30 Temmuz 2007 Pazartesi

MIAMI


Miami, Amerika Birleşik Devletleri'nin Florida eyaletinin ikinci büyük kentidir. Atlas Okyanusu kıyısında bir kıyı kentidir. En gelişmiş sektör turizm sektörüdür.

Miami nehri etrafında kurulmuş olan şehir, mükemmel kumsalları, 24 saat yüreğinizi hoplatacak gece hayatı ve dünyaca ünlü gemi seyatahlerinin (cruise) merkezi olması gibi özelliklerinden dolayı Amerikalılar tarafından "Magic City" (Sihirli şehir) olarak isimlendirilmiştir.


Downtown Miami
Downtown Miami, Miami'nin "Farklılığın Şehri" olarak adlandırılmasına neden olan dinamik çeşitliliğin özelliklerini yansıtmaktadır. Ayrıca Downtown Miami sanatsal faaliyetlerin de merkezi olarak bilinir. Birçok sanatsal etkinliğin ve stand up komedi showlarının yer aldığı ünlü Olympia Theater bu bölgede bulunur. Biscayne bulvarı üzerindeki Freedom Tower (özgürlük kulesi) diye isimlenirilen 1924 yılında yapılmış olan gökdelen şehrin ilk gökdelenidir.

Little Haiti
Bir zamanlar Lemon City olarak anılan bölge Haitili göçmenlerin buraya gelip yerleşmesinden sonra Little Haiti adını almıştır. Karayip kültüreyle Amerikan ruhunun esintilerini taşıyan bölgede egzotik mimarisiyle ünlü Carribbean Market Place adlı alışveriş merkezi görülmeye değer yerlendendir.

Miami Beach
Yılın her günü parıldayan bu bölge beyaz kumlu sahilleri, masmavi denizi ve ünlülerin takıldığı neon ışıklı birbirinden farklı gece kulüpleriyle insanı adeta büyüleyen bir yerdir. Miami Beach'in batı köşesinde bulunan Palm, Star ve Hibiscus adaları birçok ünlü sanatçının lüks içinde yaşamlarını sürdürdüğü evlerinin bulunduğu küçük adalardır. Ayrıca Miami Beach, her tür ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz alışveriş mağazaları sayesinde hem tatil hem de alışveriş düşünenler için ideal bir yerdir.

South Beach
Bu bölgede ilk dikkatiniz çekecek şey birbiriden renkli, değişik mimarili binalardır. Sanatın bina mimarisine nasıl yansıdığını merak edenler için 800'den fazla binasıyla South Beach görülmeye değer bir mekandır. Son yıllarda Miami'da en çok ve en çabuk büyüyen bölgedir. Yolunuz buraya düşerse sahilde ilginç insanların dolaştığı ve birbirinden değişik kafelerin, barların yer aldığı Ocean Drive'da bir yürüyüş yapmayı ihmal etmeyin.

Little Havana
Küba'yı görmek için oraya kadar gitmenize hiç gerek yok. Downtown Miami'nin hemen batısında yer alan Little Havana Küba'nın küçük bir kopyasıdır. Sokaklar, caddeler, evler kısaca her yer Küba'nın esintilerini taşımaktadır. Her yıl Mart ayında bu bölgede düzenlenen ve yaklaşık bir milyon kişinin katıldığı Calle Ocho festivali Kübalılar'in geleneklerine sadık kaldıklarını gösterdikleri bir festivaldir.

Coconut Grove
Miami'nin birçok yeri gibi kendine özgü renkliliği ve canlılığı olan bu bölge yıl boyu değişik festivallere ev sahipliği yapmaktadır. Bölgede bulunan Miami Museum of Science and Space bilime ve uzaya merakı olanlar için bulunmaz bir yerdir. Kaliteli restoranların ve barların yer aldığı bölge aynı zamanda çok büyük iki adet alışveriş merkeziyle de ünlüdür.

Coral Gables
Ağaçlarla çevrili caddeleri, birbirinden güzel bitkilerin bulunduğu parkları ve fıskiyeli havuzlarıyla adeta Venedik'i anımsatan Coral Gables yerel halkı tarafından "City Beautiful" (Güzel Şehir) olarak da bilinir. Bu bölgede özellikiği bozulmadan korunmuş birçok tarihi bina bulunmaktadır. Akdeniz esintilerini yansıtan bölgede Miami'nin en eski üniversitesi olan University of Miami bulunur. Hemen üniversitenin yanında yer alan Lowe Art Museum (Lowe Sanat Müzesi) yerli ve yabancı birçok sanatçının eserlerinin sergilendiği görülmeye değer bir müzedir. Akdeniz mimarisinin özelliklerini yansıtan Venetian Pool (Venetian Havuzu), Biltmore Hotel ve Douglas Road Entrance da bölgedeki görülmeye değer diğer yerler arasındadır. Gerek servisleri gerekse yemek çeşitleri açısından birinci sınıf sayılabilecek birçok restoran damak zevkine düşkünlere hizmet vermektedir.

West Miami
Miami International hava alanı bu bölgede bulunmaktadır. Her yıl Miami Dade County Fuarı, Yıllık Bahar Festivali gibi çeşitli etkinliklerin düzenlendiği Tamiami Parkı bu bölgede bulunan görülmeye değer bir yerdir.

Key Biscayne
Miami'nin en güney ucunda bulunan Key Biscayne'de beyaz kumlu sahillerin yanı sıra bisiklet ve doğa turları yapabileceğiniz Crandon Park ve Bill Baggs Cape Florida State Recreation Park isimli iki büyük park bulunmaktadır. Ayrıca Crandon Park içinde yediden yetmişe herkesin ilgisini çeken yunus ve katil balinaların şovlarıyla değişik balık türlerini görebileceğiniz Miami Seaquarium bulunmaktadır.

27 Temmuz 2007 Cuma

KÜLTÜREL YAPILAR


Kent en az 17. yy.'dan sonraki sömürge dönemi yapıları bakımından zengindir: büyük Zocalo alanındaki katedral ve churrigueresco üslubunda Sagrario; ince bir işçilikte çalışılmış Guadalupe kilisesi ve Pocito capellası; manastırlar, kiliseler, Ulusal saray ya da Madenler sarayı gibi saraylar. 19. yy.'ın seçmeciliğinden sonra, 1920-1930'dan başlayaarak, modern mimarlarla, Rivera, Orozco ve Siqueiros gibi duvar ressamlarıyla bir yenileşme hareketi ortaya çıktı.

1949'da yeni üniversite sitesinin yapımına başlandı; sitenin en ayırt edici yapısı Gustavo Saavedra, Juan Martinez de Valesco ve Juan O'Gorman tarafından yapılan merkez kitaplığıdır. 1964'te Mario Pani, Tlatelolco Aztek tören merkezi kalıntılarını da içine alan La Plaza de Las Tres Culturas'ı gerçekleştirdi.
Siqueiros kültürel polyforumu 1971'de açıldı. Chapultepec parkı içindeki Antropoloji ulusal müzesi, Pedro Ramires Vasquez tarafından 1963-64'te tasarlandı. Burada Kolomb öncesi dönemden ve yerlilerden kalma olağanüstü koleksiyonlar sergilenmektedir.

Mexico'nun önemli müzelera arasında, Ulusal tarih müzesi, Kral naipliği resim müzesi, San Carlos Akademisi'ni saymak gerekir.

MEKSİKA DA TATİL


Meksika Türk insanı için fazla bilinmeyen bir ülke. Kocaman şapkaları, kıvrık bıyıkları ve Amerikan filmlerindeki simalarıyla aklımızda kalmış Meksikalılar'ı pek tanımıyoruz.

Günümüzde, seyahat imkanlarımız genişledikçe, Meksika, tarihi, kumsalları ve giderek daha çok tanıyıp, tadını damağımıza uygun bulduğumuz mutfağıyla, bizde merak uyandırıyor ve daha ilginç bir tatil alternatifi sunuyor.

Meksika'nın tarihi gibi, deniz tatili imkanları da son derece zengin ve çekici. Akdeniz'e taş çıkartan turkuaz bir okyanus, pudra şekeri gibi yumuşacık ve bembeyaz kum, Maya uygarlıkları kalıntıları... İşte bu, Meksika'nın en popüler tatil yeri Cancun..

CANCUN: Meksika'nın güneyindeki Yukatan yarımadasındaki bu kasaba, lüks ve eğlenceyi bir kumsalda birleştirmiş. Bu kasaba yıllar önce basit bir yerleşim yeri iken, upuzun bir lüks oteller zinciriyle kıyı boyunca uzamış ve genişlemiş, bir turizm merkezi olmuş. Şimdi iklimi ve eğlence imkanlarıyla Meksika'nın en gözde tatil yerlerinden birisi.

Turistler günlerini ya tarihi şehirleri gezerek ya da okyanus ve kumsalların tadını çıkararak geçiriyorlar.

Kasaba yakınlarındaki Tulum ve Chitchen-Itza Maya antik şehirleri gerçekten görülmeye değer. Akşamları ise bütün barlar doluveriyor. Özellikle Senor Frog (Bay Kurbağa) denilen bar, önündeki uzun sıralarla ünlü. Meksika'nın deniz tatili imkanları Kankun'la sınırlı değil. Acapulco, Puerto Vallarta ve Los Cabos Meksika'nın diğer meşhur sahil tatil merkezleri arasında.

ACAPULCO: Meksika'nın Pasifik sahillerinde, ormanlık tepelerin oluşturduğu doğal bir limanda yer alıyor. Güzel manzarası, sıcak ve güneşli iklimi Acapulco'yu dünyanın önemli tatil bölgelerinden biri yapıyor. Acapulco, turistler için pek çok seçenek sunuyor. Özellikle deniz sporları başta geliyor. Ayrıca restoranlar ve gece hayatı da kentin kayda değer özellikleri arasında.

MEKSİKA MUTFAĞI

Meksika'da hem her bölgenin kendine özgü, hem de ülkenin tümünde geçerli geleneksel yemek türleri vardır. Fasulye, pirinç, balkabağı, biber, kış armudu ve domates en çok kullanılan ürünlerdir. Ülkede biber bol ve çeşitlidir. Biberlerin rekleri sarıdan yeşile, kırmızıya kadar, meyvelerin de boyları 3 mm.'den 20 cm.'ye kadar değişebilir. Biberlerin lezzetleri de birbirinden farklıdır. Çoğu kez bir yemekte değişik türde birkaç biber kullanılır.

Kurufasulyeyle yapılan yemekler çok fazladır. Haşlanıp ezilip ve kızartılmış fasulye aynı zamanda tortilla içi olarak da kullanılır. Tortilla 'da değişik nitelikleri olan bir yemek türüdür. Sadece ekmek olarak değil aynı zamanda üstü çeşitli malzemeyle süslenerek pizza olarak da kullanılır. Tortilla ayrıca katlanıp içi değişik malzemelerle doldurularak da kullanılabilir. Bunun en yaygını tacos'tur. İçleri etle doldurulan hamurlu yiyaceklerde tamale ve enchilada'dır.

Meksika'da tatlı pek yenmez, halk meyveya çok düşkündür. Tatlılar genellikle yumurta ve şekerden yapılır. Kavun, karpuz, domates ve çilek büyük önem taşır. Meksika kaliteli kahve üreten ülkeler arasında yer alır. Çikolata, tatlı ve soslarda bol miktarda kullanılır.

26 Temmuz 2007 Perşembe

HA LONG KOYU


Binlerce irili ufaklı kayalığın denizden fışkırmış gibi durduğu koy,
Ha Long Koyu.

VIETNAM


Güneydoğu Asya'da, Çinhindi Yarımadası'nın doğusunu kaplayan bir ülkedir.

Uzun dar bir kara parçası üzerinde yer alan Vietnam'ı, kuzeyde bırakan Çin, batıda Kamboçya ile Laos, güneyde ve doğuda Güney Çin önce Kuzey Vietnam ve Güney Vietnam olarak iki ayrı cumhuriyete bölünmüş olan ülke, 1976'da Vietnam sosyalist Cumhuriyeti olarak birleşmiştir.

Vietnam dağlık bir ülkedir. Song-Koi ve Mekong deltaları önemli alçak düzlüktedir. Kıyı ovaları doğruda yer alır.
Ormanlık, dağlık bölge geri kalan toprakların büyük bir bölümünü kaplar. Başlıca ürünleri; pirinç, manyok, kocadarı, mısır, kahve, çay, kauçuk, el işleridir.
Önemli kentleri; Ho Şi Mingh, Hanoi, Haifong'dur.
Eğitim; 12 yaşına kadar parasız ve zorunludur. Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam 1976'da tek ülke olarak birleşti, ama yıllarca süren savaş ve bombardıman sonucu büyük bir yıkıma uğramıştır.

VİETNAM HARİTA


23 Temmuz 2007 Pazartesi

İRLANDA'YI GEZELİM


Blarney Şatosu
Tam bir turist tuzağı olmasına rağmen şato iyi bakılmış bahçelerle çevrilidir ve görülmeye değerdir. 15. Yüzyıl’ın ortalarında iyi savunulan bir ev olarak inşa edilmiştir. Kılıçlı tek bir adam bile koruyabilsin diye merdivenleri dar yapılmıştır.
Blarney Taşı’nı öpmenin güzel söz söyleme sanatı ihsan ettiği var sayılır. Taş (aslında istilacıların üzerine kızgın sıvıların döküldüğü bir oyuğun eşiği) şatonun tam tepesinde, üzeri açık bir duvarın üstündedir. Taşı öpmek için sırt üstü yatıp birisi sizi tutarken başınızı geri devirirsiniz. Ücret yoktur ama bu akıl dışı efsaneye uyan insanlar sınavı geçtiklerine memnun oldukları için bahşiş verir. www.blarneycastle.ie
Bunratty Şatosu ve Folk Parkı
Bunratty Şatosu ve Folk Parkı Shannon Havaalanı ve Limerick şehri arasındaki yol üzerinde oldukça stratejik bir noktadadır. 15. ve 16. Yüzyıllardan kalma mobilyaların ve resimlerin toplandığı ilginç bir kolleksiyona sahiptir. Gerisindeki Folk Parkı’nda 10 hektarlık bir alan içinde 19. Yüzyıl’ın sonunda orta batı İrlanda’ya gelen bir yabancının görebileceği tipte yenilenmiş ve tam möbleli çiftlik evleri, kulübeler ve dükkanlar bulunur. Hatta nalbantı, barı, kumaşçısı, gazetecisi ve posta ofisiyle bir köy caddesi bile vardır.
Köyün yanında bulunan eski bir İrlanda barı olan Durty Nelly’nin Yeri bütün dünyada taklit edilmiştir.
Yine romantik başka bir olay da iki gecede bir düzenlenen Orta Çağ İrlanda şölenidir.
Bu, İrlandalı kızların turistlere yaptığı serenatın da dinlendiği bir İrlanda ziyafetidir
– Turistlere yönelik olsa da iyi bir faaliyet sayılabilir. www.shannonheritage.com/
BunrattyCastleBurrenBurren (büyük kaya) artık ulusal bir parktır. 500 metre karelik bir alanda aya benzer kiraç taşı oluşumları ve göçmen kuşların taşıdığı Kutup’tan, Akdeniz’den ve Alpler’den gelmiş bitki örtüsü bulunur. Burada mevsiminde bol bol – devlet tarafından koruma altına alınan – orkideler, mor menekşeler ve sarmaşıklar bulabilirsiniz.
Burren ayrıca dev kazanları, mevsimlik göller, mağaralar ve ırmakların da görüldüğü bir yerdir. www.burrenpage.com
Moher Uçurumları
Clare şehrinin en ünlü özelliklerinden biri olan uçurumlar Atlantik’in dev dalgalarından 200 metre yukarıya yükselir ve 7 kilometre kadar uzanır. Ucuna gelip baktığınızda Aran Adaları’nın harika bir manzarasıyla karşılaşırsınız ve yanyana geldiklerinde değişik kaya oluşumlarından kaynaklanan renk farklılıklarını da gözlemleyebilirsiniz. Çeşit çeşit martılara, usturagagalı alklara ve nadir kızılca kargalara tepeden bakmak başınızı döndürebilir.

Curragh Parkuru
Çim kaplı kireçtaşından bir düzlük olan Curragh İrlanda at yarışlarının merkezi konumundadır. Bu sporun başlangıçı tarih öncesi çağlarda kaybolmuş olsa da Hristiyanlık öncesi İrlanda’da Kızıl Dal Şövalyeleri’nin at sırtında yarıştıkları ve at yarışlarının Milat’tan sonraki ilk yüzyıllarda fuarların veya büyük toplantılarin değişmez parçası olduğu bilinmektedir.

John Welcome’ın tarih kitabı İrlanda’da At Yarışları’na göre “bu fuarlar her türlü alış verişi görmek üzere düzenlenirdi – evlilikler kutlanır, ölümler kaydedilir, yasalar tartışılır ve açıklanır, savunma yöntemlerine karar verilir; ama sonrasında mutlaka oyunlar ve yarışlar düzenlenirdi ve bunlar içinde de at yarışları en sevileniydi.” Bu fuarların en büyüğü Curragh’da düzenlenirdi ve bugünkü karşılığı İrlanda Derbi’si de bütün geleneksel İrlanda yarışları gibi aynı yerde düzenlenir.

Yarış parkuru ve çok sayıda haranın dışında Curragh’da 1646’da kurulmuş büyük bir askeri kamp da vardır. Burası 1914’te İngiltere yönetimine karşı gelen Edward Carson’ın Ulster Gönüllüleri’ne ateş açmaları emri verilirse başkaldırmakla tehdit eden İngiliz subayların bulunduğu “Curragh Ayaklanması’nın” yaşandığı yerdir.
Killarney
Burası, Güney Batı’daki en fazla ticarileşmiş yer olabilir ama yine de kalabalıktan sakınmak ve tepelerin ve göllerin tadını çıkarmak mümkündür. Aşınmış kayalarla ve fundalıklarla kaplı dağların, üzerlerinde adacıkların nokta nokta görüldüğü lacivert göllerin ve vahşi ormanlık alanların romantik görüntüsü büyük bir ulusal park içinde korunmuştur. Killarney çok sayıdaki ziyaretçiye rağmen (ya da onlar yüzünden) alışveriş için ideal bir yer değildir. Kenmare ve Blarney alışverişe daha uygundur. Şehir yoğun mevsimde trafiğin sıkışmasıyla ünlüdür. Ancak akşamları açık olan çok sayıda iyi restoran vardır ve eğlenceden hoşlanıyorsanız müzikli barlar da ilginç olabilir.

Killarney gezisinden ne kadar hoşlanacağınız size bağlıdır. Bir arabanın içinden izliyorsanız Killarney’i sevmezsiniz. Burada en büyük zevklerden biri yumuşak havayı kaplayan nemli ormanların kokusudur. Kerry’nin diğer taraflarında da olduğu gibi yağmurun sizi engellemesine izin vermeyin. Her türlü hava, iyi ya da kötü, uzun sürmez. Aslında, Killarney gölleri çiseleyen yağmur altında daha güzel görünür. www.killarneywelcomes.com
Newgrange Mezarlığı
Boyne Nehri kıyısında Dublin’den yarım saat uzakta Avrupa’nın tarih öncesinden kalma en önemli yerlerinden biri vardır: Newgrange, Knowth ve Dowth mezarlıkları. Bu 5000 yıllık mezarlar topluluğu Kelt dönemlerinden beri Brú na Bóinne, ya da “Boyne Üzerindeki Saray” olarak bilinir.
Bu üç alanın en ilginci olan Newgrange tümsek mezarı MÖ 3100 yılına kadar uzanır, bu da onu İngiltere’de bulunan anıtlardan veya piramitlerden daha yaşlı yapar. Mezarlığın kendisinin de levhalardan yapılan kemerli bir tavanı vardır. Bu levhalar o kadar iyi yerleştirilmişlerdir ki su içeri sızamaz. Üç yan oda asıl odayı haç oluşturacak şekilde çevreler; her birinde insan kalıntıları içeren oyulmuş havuzlar bulunmuştur. Girişin karşısında bulunan bir taş kış dönümünde (21 Aralık) sabahın ilk ışıklarının bir aralıktan girip mezar odasına düşmesini sağlar.
Daha da ilginci, buradaki taşların çoğunun yarım helezonlarla, peşpeşe gelen daireler ve paralelkenarlarla süslenmiş olmasıdır. Avrupa’daki Taş Devri insanları büyük ihtimalle sanılandan daha az ilkeldi. Diğer mezar odalara gelince, arkeologlar Knowth’u daha yakın incelemeye almıştır. Bu mezarın Newgrange’dan 500 yıl daha yaşlı olduğu ve muhtemelen daha karmaşık olduğu düşünülmektedir.
Kerry’s Ring
180 kilometrelik Kerry’s Ring sulu tropikal meyveleri ve engebeli yer şekillerini birarada sunmasıyla ünlüdür. Temmuz ve Ağustos aylarında iki şeritli dar yol tur otobüslerinin yavaş ilerlemesiyle tıkanır. (Trafik ve ticarileşmenin caydırdığı insanlar bunun yerine Beara Yüzüğü’ne gider.)
Killorglin, Killarney ve Dingle şehirleri arasındaki yol üzerindeki stratejik konumunu en iyi şekilde değerlendiren hareketli bir köydür. 10-12 Ağustos’ta düzenlenen – İrlanda’nın en eski festivali olan ve pagan zamanlarına kadar uzanan – Puck Fuarı’yla ünlüdür. Fuarın ilk günü bir dağ keçisine Kral Puck olarak taç giydirilir ve şehre tepeden bakan uzun bir tahta oturtulur. Bunun nereden çıktığına dair çok sayıda açıklama bulabilirsiniz ama fuar bugünlerde temel olarak içki içme festivalidir ve kavgalar çıkabilir.
http://www.ringofkerryguide.com/

Wicklow Dağları
Dublinliler için birkaç kilometre güneylerindeki Wicklow Dağları’nın güzelliği tartışılmazdır. “Tepeler” antik dönemdeki yer hareketleri sonucu ortaya çıkan granitin yığılmasıyla oluşmuştur. Buz Çağı’nda buzullar uçlarını yuvarlak hale getirmiş ve derin, koyu renkli, dik kenarlı, geniş tabanlarında ırmakların parladığı vadiler kazmıştır. Bölgede nüfus çok seyrektir yalnızca bir iki köy, birbirinden ayrık çiftlik ve kulübeler ve arada bir karşınıza çıkan büyük evler bulunur.

Dağların tam kalbinde Glendalough bulunur: gizli, baştan çıkarıcı, kenarları dik ve ağaçlı bir vadi.
Diğer bir ünlü güzellik de Avonmore ve Avonberg nehirlerinin birleştiği, Thomas More’un Suların Birleşmesi isimli şarkısında anlatıldığı var sayılan Avoca Vadisi’dir.
Ashford köyü yakınlarında güzel iki nokta bulunmaktadır: Güney’de ağaçların, tropik bitkilerin ve çalılıkların kendini gösterdiği Usher Dağı Bahçeleri; Kuzey Batı’da Devil’s Glen, Varty Nehri’nin hızlı akıntısının hemen üzerinde mükemmel yürüyüş yolları olan derin bir yarık.

İRLANDA- Şarkı ve Dans

Başka ülkeler geleneksel müziklerinin kitlelere seslenen pop müzikle beraber yok olduğunu görmüşse de İrlanda çok büyük bir mucizeye tanık olmuştur, binlerce genç eski melodileri ve şarkıları alıp onları 21. Yüzyıl’a taşımıştır.
Chieftains ve Clannad gibi grupların uluslararası başarıya ulaşmasıyla İrlanda müziği hem yurt içi hem de yurt dışında hayat bulmaya başlamış ve Riverdance topluluğu İrlanda dansını 1990’larda canlandırmıştır.
Pop listelerinde U2, Boyzone, the Corrs ve B*witched gibi İrlandalı grupların yakaladığı başarı kaset yapımcılarının pop müzikte olay yaratacak bir sonraki kişiyi bulmak için Dublin’e koşmalarına sebep olmuştur.
Peki geleneksel İrlanda müziği tam olarak nedir? İrlandalılar tartışmayı seven insanlar olduklarından bu sorunun tek bir yanıtı yoktur. Gerçek müzik meraklılarını “Galway Bay” ve “Danny Boy” gibi şarkıların uluslararası alanda tipik İrlanda şarkısı kabul edilmesi muhtemelen ürpertir. Her ne kadar “Danny Boy’un” kökleri derinde olsa da halk şarkıları uzmanı böyle şarkıları çok modern kabul eder. Uzmanına göre bir şey ancak yüzlerce yıllıksa ve belirli çalma veya söyleme tarzına uyuyorsa geleneksel kabul edilir. Yine de gelenesel şarkıların çalındığı toplantılarda son 100 yılda ortaya çıkan göçmen şarkıları veya kahramanlık şarkılarının söylenmesi sık rastlanan bir durumdur.


Ulusal çalgı:
Hiç tartışmasız İrlanda’yla en fazla özdeşleştirilen çalgı arptir. Ulusal amblem olduğu için bozuk paraların üzerine bile basılır. Arpten bahseden belgeler 11. Yüzyıl’a kadar uzanır. Bu tarihte arp Galli kralların ve prenslerin saraylarında İrlandalı ozanların şiirlerine eşlik etmesi için kullanılırdı. Ancak antik Gal uygarlığının 17. Yüzyıl’da başlayan İngiliz baskısının altında çözülmeye başlamasıyla arp çalanların da yeni görevler bulması gerekmiştir. Çoğu kendini yollara vurmuş, ülkeyi gezmiş ve soyluları zamanın “Büyük Evleri’nde” eğlendirmeye başlamıştır.

Müziği flütçüler çalar:
18. Yüzyıl’da ortaya çıkan İrlanda dansı geleneksel müziğin çalınmasıyla yakından ilintilidir. Zamanın gezginleri dansın yoksullar arasında yaygın olduğundan bahsetmiştir. O derece ki, usta dansçılar ülkeyi ev ev gezmekte ve köylüler çocuklarına dans etmeyi öğretsinler diye onlara para vermektedir. Her ustanın belirli bir alanı vardır ve bir bölgeye yerleştiği altı hafta içinde bir müzik ve dans festivali de olmasına gayret eder.

Eski danslar arasında kadın ve erkekler arasındaki grup dansları ve bugün cig ve makara olarak bilinen bir dizi melodi ve tempo sayılabilir. Sınırlı bir alanda dans etmek gibi kişilerin becerilerini gösterebilecekleri danslar çok ilgi görmektedir.
Eskiden yağmur yağdığında faaliyetler ahırlara taşınırdı. Güzel havalarda ise kırlarda veya yolların kavşağında gerçekleşirdi.

MONACO PRENSLİĞİ


Monako Prensliği, veya Monako, Avrupa'da Akdeniz kıyısında yer alan bir şehir devletidir. Vatikan'dan sonra dünyadaki en küçük ikinci bağımsız devlet olan Monako, dünyada nüfus yoğunluğu sıralamasında en baştadır . Kara sınırları Fransa ile çevrili olan ülke, eski Monako şehri ve sonradan inşa edilen alanlardan oluşur.
Ülke Monte Carlo semtindeki göşterişli kumarhaneleri ile ünlüdür. Yüzölçümü bu kadar küçük olmasına rağmen ülkede Formula-1 pisti ile bir stadyum bulunur. Havaalanı yoktur. Fakat havayolu ulaşımı olmadığından diğer ulaşım türleri (kara ve denizyolu) gelişmiştir. Ülkeden Fransa demiryolunun küçük bir parçası geçmektedir. Fontveille semti ile Monaco Ville'nin bulunduğu yarımadanın arasında küçük, Monte Carlo ile Monaco Ville'nin arasında ise büyük bir yat limanı bulunmaktadır.
Monako'nun uzunluğu 3350m'dir. Genişliği en geniş yerde 1000m'yi bulurken en dar yerde 245m'dir. Fontveille semtinin çoğu sonradan denize beton doldurularak oluşturulmuştur. Şu anda yine buna benzer bir proje vardır fakat hayata geçirilmemiştir. (Yapılması durumunda 2014'te bitirilmesi söz konusudur.)
Not: Monako somut bir sınırı (duvar, tel örgü vb.) ve gümrüğü olmayan tek ülkedir.

19 Temmuz 2007 Perşembe

MESİRE ALANLARI



İstanbul’a çok yakın ve eşsiz doğa güzelliklerine sahip “yasal mesire alanları”ndan bazıları şöyle:

Avcıkoru:
Üsküdar-Şile TEM Otoyolunun Ömerli mevkiinde, zengin ağaç örtüsüne sahip mesire yerlerinin başında geliyor. Oturma alanlarıbulunmamasına rağmen genişliğiyle kalabalık grupları ağırlama ve dinlenme imkanı sunuyor. Patika yollarla ormanın içleri gezilip, farklı bitki ve böcek türleri keşfedilebilir.
Aydos:
Osmanlı imparatorluğu döneminde av alanı olarak kullanılan6 bin 620 dönümlük mesire yerinde gölet, piknik sahaları, büfe ve koşu parkurları bulunuyor.

Ayvat Bendi:
Ayvat Deresi üzerinde kurulu olan mesire yeri, tabiat ve fotoğraf meraklıları için zengin bir mekan olma özelliğine sahip.

Azizpaşa:
Maslak-Gültepe-Levent-Kağıthane-Eyüp gibi yerleşimlere yakınlığı, ilginç bitki örtüsü ve geniş piknik alanlarıyla tercih edilen bir bölge.

Belgrad Ormanları-Bentler:
Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehrinsu ihtiyacını karşılamak amacıyla birbiri ardına inşa edilen, Topuzlu Bendi (1750), Valide Bendi (1796) ile 2. Sultan Mahmut Bendi (1839) burada bulunuyor. Mesire yerinde ormanın derinliklerine kadar uzanan yürüyüş parkurları ve bisiklet yolu yer alıyor.
Belgrad Ormanları-F.Rıfkı Atay Mesire Yeri:
Neşet Suyu ve Kömürcübent arasındaki 200 dönümlük alanda misafirlerini ağırlayan mesire yeri, ahşap oturma mekanlarıyla donatıldı. İçerisindeki mini futbol sahası bulunduran mesire yerinde yürüyüş parkurları da yer alıyor.

Belgrad Ormanları-Neşet Suyu Mesire Yeri:
Ulaşım kolaylığı ve Belgrad Ormanları’nın tam ortasındaki konumuyla yılın dört mevsimi tercih edilen mesire yeri, güzel suyunun yanı sıra, Büyükbent etrafında 8 kilometrelik koşu parkuru, temiz piknik alanları, kafeteryası ve otoparkı ile vatandaşlara ideal imkanlar sunuyor.

Binbaşı Mesire Yeri:
Zengin bir ağaç ve bitki örtüsüne sahip piknik alanında yürüyüş parkuru ve oturma mekanları dikkati çekiyor.

Büyükada:
Mesire yerinde 85 oda 200 yataklı tesisler bulunuyor.

Çatalca-M.Çakmak Mesire Yeri:
Çatalca’nın önemli dinlenme ve piknik yerlerinden biri olan mesire yerinde açık yüzme havuzu yaz aylarında hizmet veriyor.

Çilingoz Mesire Yeri:
Karadeniz kıyısında bulunan mesire yeri, balık tutma meraklıları için eşsiz bir seçenek oluşturuyor.
Değirmenburnu:
Heybeliada’da bulunan mesire yerinde aşıklar yolunda yürüyebilir, koşabilir veya hemen kenarında piknik yapabilirsiniz.

Dilburnu:
Adalar’da bulunan mesire yerinde, piknik, plaj, yürüyüşya da yelken gibi aktiviteler gerçekleştirilebilir.
Elmasburnu Mesire Yeri:
Karadeniz kıyısında bulunan mesire yeri, zıpkınla balık avcılığı için çok ideal. Mesire yerinin hemen karşısındaki Martı Adası, çok sayıda deniz kuşunu barındırıyor.

Fatih Çeşmesi:
250 dönümlük bir sahada kurulu olan mesire yeri, piknik alanları ile dikkati çekiyor.

Fatih Çocuk Ormanı:
Bisiklet, kros ve yürüyüş gibi aktivitelerdensonra havuzunda serinleyebilir, akşam yemeğinizi canlı müzik eşliğindeyiyebilirsiniz. Çam ağaçlarının altına uzanıp dinlenebilirsiniz.

Gazi Mahallesi:
İstanbul’un hemen yanı başında gözden kaçan güzelliklerinden biri. Alibeyköy Barajı olarak da bilinen mesire yeri, Gazi Mahallesi, Alibeyköy ve Yeşilpınar gibi yerleşimlere sınır olarak 785 dönüm üzerine kurulmuş. Oturma mekanları bulunmamasına rağmen yürüyüş ve piknik için uygun şartlara sahip.
Göktürk Göleti:
Dinlenme, gezi ve İstanbul’u çevreleyen geniş ormanlardan gelen suyu tutmak için 560 dönümde oluşturulan Göktürk Göleti, çevrenin önemli cazibe merkezlerinden biri. İSKİ’nin denetimindeki baraj gölü, görsel zenginliğinin yanı sıra dinlenme ve yürüyüş aktiviteleri için çok uygun. Fotoğraf alıp martıların maviyle yeşil arasında süren yaşamlarını görüntüleyebilirsiniz. Buna karşın göletlerde yüzme ve balık avcılığına risk taşıdığı için izin verilmiyor.

Göztepe:
İstanbul’u ve boğazı farklı bir panoramadan seyretmek istediğinizde, Anadolu yakasında mutlaka bulunmanız gereken noktalardan biri. Oturma masaları henüz bulunmamasına rağmen çam ağaçlarıyla çevrili düzlükler piknik için uygun.

Hacet Deresi:
Tuzla çevresinin önemli piknik alanlarından biri. Düzlük sahada küçük oyun bahçeleri ve oturma grupları var.

İmrahor:
İmrahor göletinde bulunan mesire yerinde oluşturulan oturma ve yürüyüş alanları hizmete açık. Özellikle hafta sonu başta aileler olmak üzere, okul, dernek ve işyerlerine ait gruplar tarafından tercih ediliyor. İmrahor Göleti’nde de suya girilmesi ve balık tutulması yasak.

Mehmet Akif Ersoy Mesire Yeri:
Sarıyer ve Levent gibi yerleşimlere yakınlığıyla önemli avantajlara sahip. Üstelik son derecegüzel restoran ve bakımlı oturma alanlarıyla kalabalık grupların konaklamasına imkan veriyor.

Mihrabad Mesire Yeri:
200 dönüm üzerine yayılan mesire yeri, oturma alanları, büfesi, koşu parkuru, çocuk parkı ve diğer birimleriyle günün her saati ziyaret edilebilir.

Tayakadın Mesire Yeri:
Yeşili, bakımlı üniteleri ve hizmet kalitesiyle Avrupa yakasının önemli buluşma noktası. Kendi imkanlarınızla yapacağınız piknik keyfinin yanı sıra, kafeteryasında hizmete sunulan mönüden yararlanabilirsiniz.

Taşdelen Mesire Yeri:
Çam, meşe, kayın ve köknar ağaçlarıyla kaplı 800 dönümlük mesire yerinde, orman içi yollarla çeşitli yönlere yürüyüş ve koşu yapma imkanı bulunuyor. Ailenizle oturup kendi sofranızı hazırlayabileceğiniz gibi, restoran ve büfe kısmından da yararlanabilirsiniz.



KORULAR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluk alanındaki korular ise şunlar:
Florya Ormanı, Yıldız, Emirgan, Hacıosman, Kabataş, Hidiv, İdealtepe, Harem ve Gözdağı koruları, Küçükçamlıca, Büyükçamlıca.

Piknik yapabileceğiniz yasal mesire yerlerine ulaşım ve diğer konularda bilgi almak için İstanbul İl Çevreve Orman Bölge Müdürlüğü’nün “http://www.istanbulcevor.gov.tr” adresinden yararlanabilirsiniz

ÜÇ DİNİN BULUŞMA MERKEZİ


Müzeleri, ören yerleri, mavi bayraklı plajları, doğal güzellikleri, cami, kilise ve sinagoglarıyla ilgi çeken İzmir, resmi kayıtlara göre 5 bin yıllık geçmişe sahip.
İzmir, turizm sezonunda her din ve ülkeden insanı ağırlıyor.

Cami, kilise ve sinagoglarıyla İzmir, üç farklı dinin buluşma merkezi olarak inanç turizmine de hizmet ediyor. Antik çağda önemli bir uygarlık merkezi olan Efes’i, yılda ortalama 1.5 milyon kişi ziyaret ediyor.

İzmir, Arkeoloji, Bergama, Çeşme, Efes, Ödemiş, Tire ve Etnografya müzeleri, kentin binlerce yıllık geçmişini ve barındırdığı uygarlıkları ziyaretçilerin gözleri önüne seriyor. Yapılan kazılarda ele geçen bulgularla her geçen gün kentin tarihine yeni yolculuklar gerçekleştiriliyor. Bayraklı (Eski İzmir), Kadifekale (Pagos), Kızılçullu Su Kemerleri ve Agora, belli başlı örenyerleri arasında bulunuyor. İzmir’in merkezindeki Roma dönemine ait Agora’nın, kazılarda, büyük bölümünün ortaya çıkarıldığı biliniyor.

18 Temmuz 2007 Çarşamba

ALTINOLUK



Havası, suyu ve şifalı otlarıyla bambaşka bir cennet. Altınoluk ve Şahinderesi Kanyonu huzur ve sağlık arayanlar için ideal bir yer. İsterseniz Kazdağı'na çıkıp dağ havası alın, isterseniz kanyonda dolaşın, isterseniz de kanyona girin.

İsmini çevresinde bulunan Şahinderesi Kanyonu ve altın sarısı renkteki zeytinyağından alan Altınoluk eski ismi papazlık olan bir Rum köyü. Hem deniz, hem de dağ turizminin birlikte yaşanabildiği bölge bol oksijenli temiz havası ve dünya çapındaki zeytinyağıyla ünlü. Kazdağı eteğinde Edremit Körfezi'nin incisi durumundaki yerleşim bölgesine aşırı talep nedeniyle hayli konut yapılmış. Ancak kalabalık şehir merkezini bırakıp eşsiz güzellikteki yol tarafına bakarsanız kanyon girişi, dağ manzarası, şelale ve göletler göze, alabalık çiftlikleri ise damağınıza hitap edebilecek güzellikler sunuyor. Mayıs ayında zeytin, iğde, badem, ıhlamur, hanımeli, zambak ve kır çiçekleriyle baş döndürücü bir koku yaydıkları çiçek açma mevsimlerinde Yedigöller Milli Parkı'nı kıskandıracak güzelliğe bürünüyor. Özellikle 610 metre yükseklikte bulunan (Fidanlık mevkii) bozuk dağ yoluna rağmen tüm yorgunluğunuzu unutturacak güzellikte şelale ve doğa yapısına sahip.

Altınoluk yöre halkı etraftaki diğer köylere nazaran masada yemek yemeye intibak eden ilk köy olmuş. Altınoluklular Midilli Adası halkı ile son derece samimi temas halindelermiş. Hatta zamanın beylerinin karbeyazı gömlek yakaları kolalanmaya Midilli'ye gönderirlermiş. Yöre hanımlarının vazgeçilmez tutkularının başında ise takılar geliyormuş.

Günümüzde Altınoluk aileler için tercih edilen yazlık tatil yerlerinin basında geliyor. Zengin çarşısı, cafe-bar ve çay bahçeleri şenlenirken akşam yemek sonrası başlayan hareket gecenin geç saatlerine kadar devam ediyor.

17 Temmuz 2007 Salı

YAŞAM


1300 yıl önceki anayurdumuz. Kuzeyinde Rusya, güneyinde Çin. İki süper güç arasında sıkışıp kalmış bir ülke Moğolistan.
Neredeyse Türkiye'nin iki katı büyüklüğünde ama nüfusu sadece 2.7 milyon. Bu anlamda dünyada kilometrekareye en az insanın düştüğü ülke burası.
Başkenti 'Kızıl Kahraman' anlamına gelen Ulan Batur. Atalarımızın asırlar önce terk ettiği bu topraklar uzun yıllar Sovyetler Birliği güdümünde kaldıktan sonra demokrasiyle tanıştı. Sokaklarda şimdi Sovyet otobüsleri yerine Japon arabaları geziyor. Moğolistan'da halkın yüzde 95'i Budist, yüzde 5'i ise Müslüman. Ülkenin her köşesinde görkemli Budist tapınakları karşılıyor sizleri.

Halk, yaşam şekli olarak ikiye ayrılmış Moğolistan'da. Kimileri kentlerde yaşıyor, kimileri ise bozkırda ger (yurt) adını verdikleri çadırlarda.
Dev bir çadırdan oluşan gerlerde üç nesil bir arada yaşıyor. Eğer yaşadıkları yere ger değil de çadır derseniz hemen kızıyorlar. Çünkü gerler onların evi.
Moğollar misafirlerine kımız ve kurutulmuş peynir ikram ediyor. Kımız içmek için önce bir at bulmanız gerekiyor. At sütü, ne de olsa kımız. Atı sağmadan önce huylanmaması için, süt önce bir taya emdiriliyor. Ardından Moğol kızı, inek sağar gibi başlıyor parmaklarıyla memelerinden çekmeye. Yavaş yavaş gelen sütü kovaya sabırla doldurduktan sonra kımız bir inek tulumu içinde üç bin kez bir sopayla karıştırılıyor ve ardından bir gün bekletiliyor.
Sonrasında bu toprakların içeceği olarak buluşuyor insanıyla. Eğer kımızı içmeyip 10 ay bekletirseniz, insanı sarhoş eden bir içki halini alıyor.
Gerlerde yaşayan Moğollar, yabani atlarıyla doğal yaşamın tadını doyasıya çıkarırken, kentlerde yaşam tüm hızıyla sürüyor.Enflasyonun yüzde 15'lerde seyrettiği Moğolistan'da genç kızlar günümüze uygun kıyafetlerle dolaşıyor. Yollarsa son model araçlarla dolu. Düşünüyoruz da bir yanda doğayla bütünleşmiş Ger halkı, diğer yanda kentliler. Yaşamı boyunca kente hiç inmemiş olanlar, belki kendi ülkesinin diğer yüzünü hiç bilmiyor ama bir gerçek var ki özgürlüğün tadını herkesten çok onlar çıkarıyor.
ÖZGÜR ATLAR DİYARI
Çinlilerin uzaydan görülebilen tek insan eseri olan Çin Seddini Moğol Hükümdarı Cengiz Han'ın akınlarından korunmak için yaptığını biliyoruz. Cengiz Han'ın zaferlerinde büyük payı olan atların torunları ise bugün onların her şeyi. Çocukların birçoğunun bisikleti bile yok ama atlarının adını koymuşlar bile çoktan.
Moğolların geleneksel çalgısı Morinhur'un baş kısmında bile at figürü var. Hatta bu sazın telleri de at kuyruğundan. Bu topraklarda yaşayanlar sanki atın üzerinden hiç inmiyor. Ancak haksız da sayılmazlar. Çünkü kimi zaman yüklerin, kimi zaman sevinçlerin, kimi zamansa hüzünlerin beraberce taşındığı bu dostluğun temeli asırlar öncesine dayanıyor.
UNUTULMUŞ SOYADLAR
Moğol Hükümdarı Cengiz Han'ın dört oğlu Cuci, Ogeday, Toluy ve Çağatay. Moğollar Çağatay'a 'Tagatay' diyor. Onlar için Cengiz Han ve oğulları öyle değerli ki, bu isimleri çocuklarına bile koymuyorlar. Tıpkı bizim ulu önderimiz Atatürk'ün ismini koyamadığımız gibi. Belki de bu yüzden adımızın Çağatay olduğunu söylediğimizde şaka yaptığımızı düşünüp gülmekten kırılıyorlar. Sen bizle dalga mı geçiyorsun bakışlarından anlıyoruz bunu. Açıkçası bu topraklardaki ayrıcalıklı adımızın tadını çıkarmaya başlıyoruz hemen.Moğolistan'da geçtiğimiz yıllarda çıkan yeni bir soyadı kanunu ise ortalığı karıştırmış. Yeni yasaya göre yaklaşık 60 yıldır ilk isimlerini kullanan 2.7 milyon Moğol'un artık resmi işlerde de soyadlarını kullanmaları gerekiyor. Ancak ortada bir sorun var. Moğolların büyük bir çoğunluğu soyadlarını hatırlamıyor.
Ne yazık ki, Sovyet rejiminde geçen 60 yıldan sonra soyadını bilen bir Moğol'a rastlamak mümkün değil. Sadece bazı yaşlılar hatırlayabiliyor. Çaresiz kalan hükümet, belki yeniden hatırlarlar diye uzun listeler halinde bin 300 soyadı yayınlamış. Soyadlarını unutanlar bu listelerden yeni soyadı seçebiliyor. Ancak seçme hakkı da yetkililerin başını ağrıtıyor. Çünkü gururlu her Moğol, Cengiz Han soyadını taşımak istiyor.
DENİZ GÖRMEMİŞ GÖZLER
Bugün kar leoparı, çift hörgüçlü deve ve Gobi ayısının yaşadığı Gobi Çölü, geçmişte dinozorların yaşam alanıymış. Dünyadaki ilk dinozor fosilleri Moğolistan'ın Gobi Çölü'nde bulunmuş. Bu gerçek ülkenin milli müzesindeki dinozor iskeletleriyle fosilleşmiş dinozor yumurtalarıyla da gözler önüne seriliyor.
Moğolistan'ın üçte birini kaplıyor Gobi Çölü. Kumdan bol bir şey yok anlayacağınız bu topraklarda ama asıl dalgaların sahile vurup ıslattığı kumlara hasret onlar. Çünkü denize sınırı yok Moğolistan'ın. Birçok Moğol belki de hayatı boyunca deniz yüzü görmeden ayrılıyor bu dünyadan.
O yüzden Tull Nehri onların her şeyi. Burası ülkenin dört bir yanından Moğol'un gelip serinlediği çöldeki bir vaha adeta. Moğollar'ın her fırsatta söylediği 'Şansımız varsa gelecek yıl da Naadam'ı görürüz' sözü, geleneksel Naadam bayramına verdikleri değerin en büyük göstergesi.
Moğol halkı, 1920'lerden bu yana her yıl temmuzda Naadam Bayramını kutlamak için koşuyor statlara. Bayramının simgesi Cengiz Han'ın dokuz tuğu her bayram Cumhurbaşkanlığı konutundan alınıp stadyuma getiriliyor. Sporcular ilk olarak dokuz tuğa Cengiz Han'ın gücüyle yarışabilmek için yüzlerini sürüyor.

MOĞOLİSTAN'DA TÜRK HALKLARI

Moğalistan Çin egemenliğinde uzun bir süre yaşadıktan sonra 1924'te "Moğolistan Halk Cumhuriyeti" olarak kurulmuştur.

Mogolistan, Türklerin tarihinde ve geçmişinde önemli yer tutmuş ve ilk Anayurtlarının bir parçası olmuştur. Ayrıca Türklerin ilk bilinen yazılı metinleri Orhun Yazıtları (Kitabeleri) ve Yenisey Nehri kıyısındaki Kırgızların mezar kitabeleri 731-732 bu bölgededir.
Bu anıtlar Bilge Kağan ile Kültiğin adına dikilmiş Yuluğ Tiğin tarafından yazılmıştır. Türklerin birleşik Hanlığı Moğolistanda 546 da Orhon Nehri kıyısında kurulmuştur.
Bölge 840'ta Uygur Türkleri'nin egemenliğine geçmiştir. Moğol îınparatorluğunun çökmesi sonucu Uygur Türkleri'nin topraklan 1644-'ten 1911'e kadar Mançu Hanedanı'nın egemenliğine geçmiş ve burada Kazak, Urianhay vr Hoton boyları arasında yedi Türk toplumıı yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Ayrıca bölgede Özbek ve Uygurlar da az sayıda bulunmaktadır.

Bugün Moğolistan Halk Cumhuriyeti içinde 152.000 kadar Türk Halkları oldugu tahmin edilmektedir.
120.000 Kazak, 26.000 Urianhay, 6.000 Hoton, Türk dili konuşan ve Türk kökenli hane halklarıdır.Türk Halkları çoğunlukla ülkenin Kuzey ve Kuzeybatısında yaşamaktadırlar, Moğolistan Anayasasının ırk, cins, milliyet, din gözetilmeksizin eşit haklar verdiği sanılmaktadır.
Ve Moğol Anayasası'nda Türklere siyasal, ekonomik, sosyal halkların verildiği yazılmaktadır. Hatta Sovyet Kazakistan'ından buraya öğretmen, doktor, getirildiği kaynaklarca doğrulanmaktadır.
Bu bölgede ki Kazaklar hayvancılıkla uğraşmakta ve çiftçilik yapmaktadırlar. Bölgedeki Kazaklar milli kültürlerini korumaya büyük çaba göstermişlerdir.
Moğolca konuşan ve Altay dağlarında yaşayan Urihanhay'lar ve Hotonlar. hayvancılık ve avcılıkla geçimlerini sağlarlar.
Moğolistan'da 14 yaşına kadar eğitim zorunludur. 11 yıllık tarım ve sanayi okulları vardır. Okullarda Kazak programları , Moğol programlarının yanında uygulanmaktadır.
1986 verilerine göre Kazak bölgesinde dokuz ilkokul, onaltı ortaokul, bir de öğretmenokulu'nun olduğu kaynaklarca doğrulanmaktadır. Buradaki öğrenciler genellikle Kazakistan Cumhuriyeti Üniversitelerine, Alma-Ata'daki teknik okullara gitmektedirler.
Moğalistan'da din ve devlet işleri ayrı olup herkesin ibadet özgürlüğü bulunmaktadır. Türk halklarına ait camiler bulunduğu gibi Şamanizm ve Ataizm izlerine de rastlanmaktadır.
Eğitimde Kiril Alfabesi'ni kullanmaktadırlar.

ÖREN


Ören, Kaz dağlarının denizle kucaklaştığı doğal sit sahası olarak korunan denizi ve oksijen oranı bakımdan dünyanın ikinci sırasında yer alan Ege’nin cenneti tatil beldesidir.

Ören, İzmir’e 180 km, İstanbul’a 400 km mesafede olup, yöreden Bergama, Efes, Asos, Truva, Ayvalık-Cunda Adası, Dikili gibi daha birçok antik yörelere kara ve deniz yoluyla günübirlik turlarla gidilebilir.

16 Temmuz 2007 Pazartesi

MALTA ADASI




Güney Avrupa'da, Akdeniz'de adalar, Sicilya'nın güneyinde yer almaktalar. Malta takımadaları 3 büyük, 2 küçük adadan oluşur.
Büyükleri: Malta, Gozo ve Comino.
Takımadalar arasında en büyüğü olan Malta 237 km², Gozo 68 km² ve Comino 2 km² yüzölçümüne sahiptir.

Ülkede hava genellikle çok sıcaktır. Yağış özellikle serin yaz mevimlerinde az miktarda gerçekleşir. Yıllık ortalama hava sıcaklığı 22 C0 civarındadır.

İnsanlar, kelimeleri İtalyanca'ya, fonetiği Arapça'ya benzeyen değişik bir dil konuşuyorlar. Ama, burası bir Kuzey Afrika kenti de değil. Çünkü, adadaki tek camiye ve tek Müslüman mezarlığına karşın, 390 kilise var.
Bugün Malta Parlamentosu'nun ve Cumhurbaşkanı konutunun bulunduğu saray, eskiden Malta Şövalyeleri'nin merkeziydi.
Malta'nın melezliğini en güzel tanımlayan unsur, ülkenin resmi dili "Malti", yani Magrip Arapçası'nın bir lehçesi.
İçinde çok sayıda İngilizce, İtalyanca ve Arapça kelime barındırıyor. Semiyotik temeli ise eski Fenike dili.
Ancak bu karışıklık, Malta turizmi için çok büyük bir avantaja dönüşmüş. Halkın hemen hemen tümü, yerel dilinden başka, rahatlıkla İngilizce ve İtalyanca konuşuyor. Malta'daki bu dil renkliliği, insana ister istemez Babil Kulesi'ni hatırlatıyor.

Bağımsız Malta'nın öyküsü 1964 yılında başlıyor. Ancak, yabancı işgalini simgeleyen son İngiliz valisinin adayı terk ettiği tarih 1979.
Bunu, başkent La Valetta'nın tam karşısında yer alan "Üç Şehirler"den Vittoriosa'da (ötekiler Senglea ve Cospicua) dik-tikleri bir heykelle ölümsüzleştirmişler. Ancak, İngiliz atmosferi varlığını hâlâ sürdürüyor. Otomobiller sağdan direksiyonlu, trafik soldan akıyor. Cumhuriyet Meydanı'nın tam ortasında Kraliçe Victoria'nın heykeli yükseliyor. İnsanlar, son derece şık giysilerle açık hava kahvelerinde, akşamüstleri 5 çaylarını içiyorlar. Ülkede Malta lirası (oldukça değerli) kadar İngiliz sterlini de dolaşım halinde.

Bu Anglosakson yaşam biçimi, Güney İtalya gelenekleri tehdit ediyor.

Futbolun, küçük adada son zamanlarda aşırı ilgi görmesinin nedeni de bu... Maltalılar, Milanlılar ve Juventuslular diye ikiye ayrılmışlar.
Kısacası, adada iki Malta var. İngiliz ve İtalyan Malta'sı.

Aslında İngiliz - İtalyan Malta'larının rekabeti bu küçük adanın tarihine de damgasını vurmuş. İlk sakinleri Sicilya'dan gelenler.
Ada, Fenikeliler'den ve Kartacalılar'dan sonra Roma İmparatorluğu'nun egemenliğine girmiş. Bir ara Araplar'ın eline düşen yerel halkı, yine Sicilya'dan gelen Normanlar kurtarmış. Kısacası Malta, uzun bir süre Sicilyalılar'ın arka bahçesi olmuş.

Saint-Jean Şövalyeleri'ne Osmanlı kuşatması sırasında yardım edenler, papanın gönderdiği İtalyanlar idi. Adanın bugünkü kültürüne İngilizler ve İtalyanlar damga vurmakla birlikte, Malta, tarih sayfalarında aynı adı taşıyan şövalyeleriyle özdeşleşmiş durumda.
1530-1789 yılları arasında, yani tam 268 yıl boyunca bu adaya, içinde Avrupa'nın en soylu ailelerini barındıran Saint-Jean Şövalyeleri tarikatı hükmetmiş. Bu askeri-dini örgütün dönemini en güzel yansıtan yapı, başkent La Valletta'daki San Giovanni Katedrali.

Dışarıdan bakıldığında, sıradan bir manastır görüntüsüne sahip katedralin barok iç mimarisi olağanüstü bir güzellikte.
Küçük müzesinde, ünlü İtalyan ressamlar Caravaggio ve Mattia Preti'nin tabloları sergileniyor. Katedralin içi bölüm bölüm.
Her biri şövalyelerin geldiği Avrupa'nın farklı bölgelerini temsil ediyor. Fransa, Almanya, İtalya, Castilla, Portekiz gibi.
Kilisenin tabanında Malta Şövalyeleri'nin büyük üstatlarının mermer mezarları bulunuyor. Ka-tedraldeki altınlar ve zenginlik, bu askeri-dini örgütün bir zamanlar ne kadar güçlü olduğunun kanıtı.
Bu zenginliğin temelinde Avrupalı soylu ailelerin serveti kadar, bir dönem Akdeniz'de yaptıkları korsanlığın payı da olduğunu hatırlatalım.

Kültürel zenginliğin bir başka vitrini de eski Mdina, bugünkü adıyla Rabat kenti.

Surlar içindeki eski kent, tam anlamıyla bir sanat tarihi elkitabı niteliğinde.
Norman mimarisi binalarıyla, 1500 yıllarının İspanyol ve Portekiz evleri, neoklasik villalarla barok kiliseler iç içe, daracık sokaklar boyunca uzanıyor. Bütün bu yapılarda kireç taşı kullanılmış. Tarih-öncesinden günümüze, insanoğlunun inşaat için en çok kullandığı malzemelerden biri olan bu taş, zaman içinde sarımsı bir renk alıyor ve akşam güneşinin batışında çok hoş gölge oyunları sergiliyor, hayal gücünü alıp ta uzaklara götü-rüyor.Malta'nın iki adası arasında da dağlar kadar fark var.

Ana ada Malta, bugün kilometrekareye düşen 1.165 kişi ile yeryüzünün en nüfus yoğun bölgesi... Barok binalar, devasa surlar, tersaneler, demir kapılı kaleler ve yüksek katedraller, insanda beton altında ezilmişlik duygusu yaratıyor. Burada insanı bir kent kültürü sarıp sarmalıyor.

Ülkenin ikinci büyük adası Gozo'da ise, tamamen bir Akdeniz coğrafyası egemen. Victoria kenti dışında sizleri yeşil ve el değmemiş bir doğa karşılıyor. Gozo, turkuvaz rengi sularının yanı sıra, bisiklet ve trekking güzergâhlarıyla, at sporları ve dalıcılık gibi özel ilgi alanlarıyla da turistlere sesleniyor. İngiliz egemenliğinden kültürel ve gastronomik açıdan hiç etkilenmeyen bu ada, keçi peynirleri, etli zeytinleri ve mutlaka ama mutlaka domates salatalarıyla, bizi aşina olduğumuz bir mutfağa çağırıyor.

Ve böylece iki ada birbirini tamamlıyor. Birinde tarih, arkeoloji, mimari, diğerinde ince kumlu plajlar, rengârenk kır çiçeklerinin açtığı vadiler, gelin gibi süslenip boyanmış balıkçı kayıkları.
Bütün bu çeşitlilik, son yıllarda meyvesini hızla vermeye başlamış. Yılda bir milyon turistin ziyaret ettiği ülkede, bu sektörün geliri, ülkenin gayri safi milli hasılasının yüzde 30'unu oluşturuyor.

Turistlerin büyük çoğunluğunu İngilizler, Almanlar, İtalyanlar, Avustralyalılar ve Amerikalılar oluşturuyor. Son yıllarda sunduğu elverişli koşullar ve fiyat politikaları sonucu Türkiye'den de çok sayıda turist gitmiş.

13 Temmuz 2007 Cuma

MACHU PICCHU





Dünyanın yeni yedinci harikalarından biri: Machu Picchu


İnkaların burayı bir ibadet yeri olarak kullandığı düşüncesi hakimdir. Yüksek kayalıklara yerleştirdikleri elips şeklinde altından yansıtıcılarla astronomik gözlemler yapmışlardır. Kentte yer alan tapınakların büyük bir bölümü tek tarafı açık, gökyüzüne doğru giderek daralan üç duvardan oluşmaktadır. İnkalarda üç rakamının ayrı bir anlamı vardır. İnkalar, gökyüzü, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere üç varlığa ve bu üç varlığın kendi tanrıları olduğuna inanıyorlardı. Her şeyin temelinde bu üç varlık gizliydi. Hava, su, toprak, güneş bir elin parmakları idi. Serçe parmağı ise insanı temsil ediyordu

50 yılda 300 kadar işçi tarafından inşa edilen bu kentte sadece 100 sene kadar yaşayabilmişlerdir. İç savaş veya göç teorileri İnkaların neden bu kenti terk ettiklerine kesin bir cevap vermemektedir.

PERU CUMHURİYETİ


Peru, ya da resmî adıyla Peru Cumhuriyeti Güney Amerika'nın batısında bir ülkedir. Kuzeyde Ekvador ve Kolombiya, doğuda Brezilya, güneydoğuda Bolivya, güneyde Şili ve batıda Büyük Okyanus'la sınırlıdır.

Peru bin yıllar boyunca Pre-İnka kültürüne sahip olan bir ülkedir. İlk göç eden yerleşimciler, M.Ö. 20.000 ile 10.000 yıllarına kadar bugünkü Peru'nun olduğu bölgeye gelmişlerdir. M.Ö. 4000 yıllarında tarla kurmaya ve hayvan yetiştirmeye başlarlar.

Bugün halen daha ayırt edilebilen en eski kültür, M.Ö. 800 ile M.Ö. 300 yıllarına kadar var olmuş olan Chavín de Huántar'dır. Titikaka Gölü çevresinde M.Ö. 1. yüzyıldan itbaren M.S. 1000 yılına kadar Tiahuanaco kültürü oluşur. Sahilde, And nehirlerinin sulak alanlarında M.S. ilk binyılda Lambayeque Bölgesi civarında Mochica gibi farklı kültürler oluşur. İnka Krallığı'ndan önce, gelişmiş şehir kültürü olan Chimú'nun başkenti Chanchan'dı.

İnka Krallığı 1200 civarında oluşur ve 1532'ye kadar bugünkü Kolombiya, Ekvador, Peru, Bolivya, Arjantin ve Şili'nin büyük kısmına genişler. Peru'nun yüksek platosunda bulunan Cusco şehri İnka Krallığı'nın başkentidir.
İspanyollar 1532'den itibaren bu ülkeyi fethederler ve İspanya Krallığı adına Peru Valiliği'ni kurarlarlar ki bu valilik, zirvesine ulaştığında bugünkü Panama'dan, kıtanın en güney noktasına kadar ulaşmıştır.
1821'de ülke José de San Martín ve Simón Bolívar tarafından kurtarılır ve bağımsızlığını kazanır. Bununla birlikte isyanlar ve iç savaşlar modern bir devletin gelişmesine engel olurlar.
Bugünkü Peru milli arması 25 Şubat 1825'de milli kongrenin kanunuyla kabul edilir. Çizimi parlamenter José Gregorio aittir.

Cusco - Kutsal İnka Vadisi:

3310 metre yükseklikte, And Dağları arasında yer alan İnka İmparatorluğunun başkenti Cuzco’nun Milattan Önce 1100 senesinde kurulduğu söylenmektedir. Quechua dilinde Cusco, göbekbağı anlamına gelmektedir çünkü İnkaların yaptıkları her yol, Cusco’ya çıkmaktadır. 1532 senesinde İnkaların nasıl kağıttan bir şato gibi birdenbire yok olduğu sırrını halen korumaktadır. Güneşin oğlu altın saçlı Manco Capac’ın günün birinde okyanusların ötesinden çıkıp geleceğine inanan İnkalar, Tanrı sandıkları İspanyollara her şeylerini hiçbir mücadele göstermeden vermişlerdir. Böylelikle General Francisco PIZZARO başkanlığındaki İspanyol istilası İnka Uygarlığını tarih sayfalarından silmekle kalmamış, medeniyetin yarattığı tapınakları yerle bir ederek yerine kiliseler ve malikaneler yaptırmıştı.

12 Temmuz 2007 Perşembe

CHICHEN ITZA PİRAMİDİ-MEKSIKA



Yucatan Yarımadası (M.Ö. 800 öncesi) , Meksika da bulunan Chichen Itza Piramisi, dünyanın yedi harikasından birisidir.

Maya medeniyetinin ekonomik ve politik merkezi olarak hizmet vermiş en meşhur maya tapınak sitesidir.

Değişik yapıları –kukulkan piramidi, chac mol tapınağı, bin kolonlar geçidi, tutukluların oyun sahası – bugün dahi harikulade bir mimari alan ve mekân düzenleme göstergesi olarak kendini göstermektedir. Piramidin kendisi maya tapınaklarının en sonuncusu hiç şüphesiz en büyüğüdür.

10 Temmuz 2007 Salı

ATİNA




Yunanistan'ın başkenti ve yaklaşık 4 milyon kişilik nüfusuyla en büyük şehridir.
Kozmopolit ve modern bir şehir olan Atina, antik çağlarda da önemli bir ticaret ve kültür merkeziydi.
İsmi, koruyucusu olan savaş tanrıçası Athena'dan gelmektedir. 1896 ve 2004 Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmıştır.

M.Ö. V. yüzyıldan kalma mimari kalıntılar gerçekten etkileyici. Akropol ve çevresindeki antik tiyatrolar ve yazın Atina Festivali'ne ev sahipliği yapan 0deon'un yanı sıra Akropol'ün zirvesinde iyon tarzındaki Atena Nike, Erechteion, Dionisos ve Partenon tapınağı eski Atina'nın ayakta kalabilen en önemli kalıntıları.
Atina'yı Akropol'ün zirvesinde seyrettikten sonra Olimpia-Zeus tapınağı, Hadrian kemeri ya da Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret edebilirsiniz. Temmuz-Eylül ayları arasında yolunuz Atina'ya düşerse Dafni Şarap Festivaline'de gitmeyi ihmal etmeyin.

ARKEOLOJİK ÖREN YERLERİ ve MÜZELER

Yunanistan'da arkeolojik ören yerleri, yılbaşı tatili, Paskalya, 1 Mayıs ve Noel'de ziyarete kapalı. Akropol: M.Ö. V. yüzyıldan kalma antik Yunan tapınaklarına ait kalıntıları görebilirsiniz.
Propylaea: Akropol alanına anıtsal giriş kapısı. Beyaz mermerden bu yapıda dor ve iyon mimari stilleri ilk defa birarada kullanılmış.
Atena Nike Tapınağı: Bu küçük tapınak bir zamanlar kutsal mekan ve hayvanların kurban edildiği küçük bir sunaktan oluşuyordu.
Partenon: Akropolün en büyük tapınağı. Dünyanın en ünlü arkeolojik kalıntılarından biri. Çatısı ahşaptı, geri kalan kısım bütünüyle mermerden inşa edilmişti.
Erektheion: Atena ve Posiedon'a adanmış bir tapınak. Bu yapının en önemli özelliği güney kenarında sirenler şeklinde oyulmuş 6 sütunun yer alması. Bugün orjinal sütunların yerinde kopyaları mevcut. Agora: Agora eski Atina'da şehrin ticaret ve sosyal merkeziydi. Modern felsefe, bu antik meydanda doğdu. Agora'nın içindeki Theseion, antik Yunan'ın en iyi koruna gelmiş kilisesidir.
Areios Pagos: Antik Atina kosülü burada faaliyette bulunuyordu. Daha sonra bu yapı Sadalet Sarayı olarak hizmet verdi. Aziz Paul M.Ö. 51'de Atinalılara buradan seslenmiş.
Bizans Atina'sı: Kentte geç Bizans dönemine ait, XI ve XII. Yüzyıllar arasında inşa edilmiş çok sayıda kilise mevcut. Başlıcaları Agios Eleftheiros, Kapnikarea, Agii Apostoli, Agii Theodori, Storia Nikodimoiu
Dionysos Tapınağı: Dionysiou Areopagitou yolunu takip ederken karşınıza gelen ilk arkeolojik ören yeri, En eski antik Yunan tiyatrosu da burada. M.Ö. V. yüzyılda inşa edilen tiyatroda Aristofanes'in komedileri ile Euripides ve Sofokles'in trajedileri sahneleniyordu. Tiyatronun seyirci kapasitesi 17 bindi. Hadrian Kemeri: Olgas ve Amalias caddeleri arasında antik ve modern şehri ayıran kemer.
Keramikos Mezarlığı: Ünlü Atinalıların gömüldüğü mezarlık.
Lykavittos Tepesi: Atina manzarası için ideal bir nokta. Tepenin zirvesinde San George Ortodoks Kilisesi yer alıyor.
Odeon Erode: Akropolden de görülebilen anfitiyatro. M.Ö. 161'de inşa edildi. Halen Atina Festivali'ne ev sahipliği yapıyor.
Olimpik Stad-Panathinaikos Stadı: İlk olimpiyat oyunlarının düzenlendiği stad.
Pnyx: Yarım daire şeklinde, 10 bin kişiyi alabilen, eski Atinalıların toplandığı meydan.
Başkanlık Sarayı: Eski Başkanlık Sarayı, Cumhurbaşkanı tarafından özel davetlerde kullanılıyor.
Roma Forum'u: Plignotou yolu tarafından Roma kazılarını izleyebilirsiniz. M.Ö. I. Yüzyıldan kalma rüzgar kulesi ve su saati de bu alanda.
Olympia-Zeus Tapınağı: Bugün kalıntıları mevcut. Bir zamanlar Yunanistan'ın en büyük tapınağıydı.

MÜZELER
Akropol Müzesi
Antik Agora'daki Tapınak Müzesi
Benaki Müzesi
Bizans Müzesi
Goulandris Doğa Tarihi Müzesi
Popüler Sanat Müzesi
Tarih ve Etnoloji Müzesi
Yahudi Müzesi
Kanellopoulos Müzesi
Keramikos Müzesi
Melina Merkouri Kültür Merkezi
Kiklad Sanatı ve Antik Yunan Müzesi
Ulusal Arkeoloji Müzesi
Ulusal Kütüphane
Savaş Müzesi

TÜRK VE İSLAM ESERLERİ MÜZESİ



Sultan Ahmet Meydanı batısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı (16yy.) 1983 yılından beri Türk ve İslam Eserleri Müzesidir. 19.yüzyılın sonunda başlayan kuruluş çalışmaları, 1913 yılında tamamlanmış ve müze, Mimar Sinan`ın en önemli yapılarından biri olan Süleymaniye Camii külliyesi içinde yer alan imaret binasında 1914`de "Evkaf-ı İslâmiye Müzesi" (İslâm Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açılmıştır. Cumhuriyet`in ilanından sonra ise "Türk ve İslâm Eserleri Müzesi" adını almıştır.

Sultan sarayları dışında günümüze gelen tek özel saraydır. Kemerler üzerine yükseltilmiş yapı 3 taraftan ortadaki terası çevreler. Terastan müzenin ilk bölümüne merdivenlerle ulaşılır. Odalar ve salonlarda İslam dünyasının değişik ülkelerinde meydana getirilmiş nadir sanat eserleri sergilenmektedir. Taş ve pişmiş toprak, metal ve seramik objeler, cam eşyalar, el yazma kitaplar devirlerinin en kıymetli örnekleridir. Büyük salonların bulunduğu geniş camekanlı kısımda, 13-20 yy.ların el işi Türk halılarının şaheser örnekleri sergilenir. Bu eşsiz koleksiyon dünyanın en zengin koleksiyonudur. 13 yy. Selçuklu halıları ve sonraki asırlara ait diğer parçalar itina ile sergilenmişlerdir. Halı bölümünün alt katı son birkaç asrın Türk günlük yaşamı ve eserlerinin sergilendiği Etnoğrafik bölümdür.

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, 1984 yılında Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Yarışması Jüri Özel Ödülü`nü, 1985 yılında da Avrupa Konseyi-Unesco tarafından çocuklara kültür mirasını sevdirme konusundaki çalışmalarından ötürü verilen ödülü almıştır.

Halı Bölümü
Halı sanatının dünyadaki en zengin koleksiyonunu oluşturan halı bölümü ayrı bir önem taşımış ve müzenin uzun yıllar bir "Halı Müzesi" olarak ünlenmesine neden olmuştur. Müze, yalnızca Türkiye`nin değil, dünyanın en zengin halı koleksiyonuna sahiptir. Ender Selçuklu halılarının yanı sıra, 15. yüzyıla ait seccade ve hayvan figürlü halılar, 15.-17. yüzyıllar arasında Anadolu`da üretilen ve Batı`da "Holbein Halısı" olarak anılan geometrik desenli ya da kûfî yazıdan esinlenen halılar bu bölümün en değerli parçalarını oluşturur. İran ve Kafkas halıları, ünlü Uşak ve saray halı örnekleriyle zenginleşen Türk ve İslâm Eserleri Müzesi halı koleksiyonu bugün dünyada halı sanatı üzerine ciddi bir inceleme yapmak isteyenlerin başvurmaları gereken bir kaynaktır.
El Yazmaları ve Hat Sanatı Bölümü
7. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi yazma koleksiyonunun büyük bir bölümünü oluşturan Kur`an-ı Kerim`ler Müslümanlık`ın yayıldığı geniş coğrafi bölgelerden gelmektedir. Emevî, Abbasî, Mısır ve Suriye Tulunoğulları, Fatımî, Eyyubî, Memlûk, Moğol, Türkmen, Selçuk, Timurî, Safavî, Kaçar ve Anadolu Beylikleri ile Osmanlı hat sanatının yaratılarının bir arada izlenebildiği ender koleksiyonlardandır. Elyazmaları arasında, Kur`an`ların dışında, çeşitli konularda yazılmış (bazıları resimli) kitaplar, gerek konuları, gerek yazı stilleri, gerek ciltleri bakımından ilgi çekicidir. Osmanlı sultanlarının tuğralarını taşıyan fermanlar, beratlar, herbiri bir sanat eseri niteliğindeki tuğralar, Türk ve İran minyatürlü yazmaları, divanlar Türk ve İslâm Eserleri Müzesi`ni, bu alanda da, dünyanın önemli müzelerinden biri durumuna getirmektedir.
Ahşap Eserler Bölümü
Bu koleksiyonun en önemli parçalarını 9.-10. yüzyıl Anadolu ahşap sanatının örnekleri oluşturmaktadır. Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminden kalan ender parçaların yanı sıra, Osmanlı Döneminin sedef, fildişi, bağa işlemeli ahşap eserleri, kakma sanatının eşsiz örnekleri, Kur`an cüzü muhafazaları, rahleler, çekmeceler bu zengin koleksiyonun ilgi çekici parçalarıdır.
Taş Sanatı Bölümü
Emevî, Abbasî, Memlûk, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait, kimi motifli kimi figürlü, ama hemen hepsi yazılı taş eserler Türk ve İslâm Eserleri Müzesi`nde bir araya getirilmiştir. Selçuklu Dönemi taş sanatının ender ve seçkin örnekleri, av sahneleriyle, sphenks, griphon, ejder gibi masal yaratıklarının yer aldığı figürlü mezar taşları, kûfî yazılı erken dönem taş eserler, Osmanlı hat sanatının bir uzantısı olan değişik üsluplarda yazılmış kitabeler gerek nitelik, gerek nicelik açısından önemlidir.
Keramik ve Cam Bölümü
1908-14 yılları arasında yapılan kazılarda bulunmuş keramik eserlerin ağır bastığı bu koleksiyonda Samarra, Rakka, Tel Halep, Keşan kaynaklı olanlar başta gelmektedir. Böylece Erken-İslâm Dönemi keramik sanatının aşamalarını Türk ve İslâm Eserleri Müzesi koleksiyonunda izlemek mümkündür. Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemine ait, mozaik, mihrap ve duvar çinisi örnekleri ile Konya Kılıçaslan Sarayı alçı süslemeleri koleksiyonun bir başka önemli bölümünü oluşturmaktadır. Osmanlı çini ve keramik sanatı örnekleri, yakın dönem Kütahya ve Çanakkale seramikleri ile noktalanmaktadır. Cam koleksiyonu ise, 9. yüzyıl İslâm cam sanatı örnekleriyle başlayıp, 15. yüzyıl Memlûk kandillerini, Osmanlı Dönemi cam sanatı örneklerini kapsamaktadır.
Maden Sanatı Bölümü
Büyük Selçuklu İmparatorluğu dönemine ait, tarihli ender örnekler Anadolu Selçuklu döneminden havan, buhurdan, ibrik, ayna, dirhemlerle başlayan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Maden Sanatı Koleksiyonu, Cizre Ulu Camii kapı tokmakları ve İslâm maden sanatı alanında önemli bir yeri olan burç ve gezegen sembolleriyle bezeli figürlü 14. yüzyıl şamdanlarıyla önemli bir koleksiyon oluşturmaktadır. 16. yüzyıldan başlayıp, 19. yüzyıla ulaşan Osmanlı maden sanatı örnekleri arasında ise gümüş, pirinç, tombak, murassa (değerli taşlarla süslü) sorguç, kandil, gülabdan, buhurdan, leğen ve ibrikler yer almaktadır. Etnografya Bölümü
Uzun yıllar boyunca toplanan etnografik parçalar, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi`nin İbrahim Paşa Sarayı`na nakliyle sergilenme olanağını bulmuştur. Müzenin en genç bölümü olan bu koleksiyonda, Anadolu`nun çeşitli bölgelerinden toplanmış halı-kilim tezgâhları, dokumalar, yün boyama teknikleri, halk dokuma ve işleme sanatı örnekleri, yöresel zenginlikleri içinde kostümler, ev eşyaları, el sanatları, el sanatı aygıtları, göçer çadırları kendilerine özgü mekânlar içinde sergilenmektedir.