14 Şubat 2008 Perşembe

MEXICO

Meksika, yüzölçümü iki milyon kilometre kareye yakın olan bir Kuzey Amerika ülkesidir.
Kuzeyinde ABD, güneyinde ise Belize ve Guatemala bulunmaktadır. Doğusunda Atlas Okyanusu, batısında ise Büyük Okyanus vardır.
Ciudad de México, Ecatepec de Morelos, Guadalajara, Puebla, Juárez, Tijuana, Nezahualcóyotl, Monterrey ve León Meksika'nın en büyük illeridir....

Yüzbeş milyona varan nüfusuyla Latin Amerika ülkelerinin en kalabalık olanlarındandır. Nüfusun %60'ı melez, %10'u beyaz, geri kalanlar ise yerli halktır.
Resmi dil İspanyolca'dır ve Meksika dünya üzerinde anadili olarak İspanyolca konuşan insan sayısının en yüksek olduğu ülkedir.

Meksika, Kuzey Amerika’da târihi çok öncelere dayanan tek ülkedir. M.Ö. birinci yüzyıla doğru körfez bölgesi, Oaxaca, merkezî yayla, çok gelişmiş bir kültür ve sanata şâhit oldular.
Bu durum eski Maya İmparatorluğunun doğuşuna tesir etti.
Bu imparatorluk, 4. yüzyılda târih sahnesine çıkarak yedinci asırdan sekizinci asır sonuna kadar, Yucatan’dan Guatemala’ya kadar genişledi. Aynı dönemde birinci ve dokuzuncu yüzyıl arasında ekonomik ve sosyal yönden Mayalar derecesinde teşkilâtlanmış çeşitli medeniyetler, Oaxaca da, merkezî yaylada ve körfez kıyısında geliştiler.
Bunlara klasik medeniyetler adı verilir. Sonra, 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar gelişen Tula Toltekleri ortaya çıktı. Fakat bunların medeniyeti yeni kabîlelerin tesiri altında değişikliğe uğradı. 987 yılında Maya-Toltek karışımı yeni bir medeniyetin doğmasına sebep olan, yeni Maya İmparatorluğu kuruldu. Aynı dönemlerde kuzey kabîleleri yayla üzerine yerleşerek şehir hayatına geçtiler. Aztlan’dan gelen Mexica kabîleleri 1325’te Tenochtitlon (Mexico) şehrini kurarak, 50 yıl sonra ilk hükümdarlarını seçtiler.

Aztekler, kabîleler arası rekâbetten faydalanarak 1430’dan 1521’e kadar genişleyen büyük bir imparatorluk kurdular. Sâdece Michoacan Taraskları önünde başarısızlığa uğrayan Aztekler; Totonaktası, Zopatekleri ve Mikstekleri hâkimiyeti altına aldılar. İspanyollar ülkeyi ele geçirmek için, Azteklere karşı duyulan kinden faydalandılar.
1519’da İspanyollar, Cortès komutasında çıkarma yaptılar ve Veracruz şehrini kurdular. Meksika, 1535’te İspanyanın genel vâliliği hâline geldi. İspanyol istilâsı, kuzeye ve güneye doğru uzanarak 17. asır sonuna kadar, devâm etti. Ekseriyâ acımasız olan Hıristiyanlaştırma geleneksel dinlerle mücâdele etti ve yerli medeniyet yok edildi.
1571’de Mexico’da engizisyon kuruldu. 1519’larda kesin olarak bilinmemekle beraber, 25 milyon olduğu tahmin edilen yerli nüfus, 1650’ye doğru 1.500.000’e düştü. Ekonomik reformlara rağmen İspanyol idâresi, yerliler ve melezler kadar beyazlar için de dayanılmaz bir hâle geldi. 1810’da İspanyolları ülkelerinden kovmak için harekete geçtiler.
11 yıl süren bir bağımsızlık savaşı sonunda, 1821’de Kral Nâibine Cordoba Antlaşması imzâlatıldı. 1824’te bağımsızlık îlân edildi. Bağımsızlığı, iç ve dış savaşların sebep olduğu yarım yüzyıllık karışıklıklar dönemi tâkip etti. Santa Anna’nın diktatörlüğü esnâsında yapılan ABD ile savaş sonucunda, 1848 Guadalupe Antlaşması ile New Mexico, Teksas, Kaliforniya kaybedildi. 1855’te liberaller başarı kazandı. Bir iç savaş sonunda Juarez muhâfazakârları kazandı, fakat bunlar dış borçları tehir etmek zorunda kaldı.
Bunun üzerine Fransa, İngiltere ve İspanya askerî müdâhalede bulundu. Juarez’in tekliflerini, Lâtin Amerika’da Fransa yararına Katolik bir imparatorluk kurmak isteyen Üçüncü Napolyon reddetti ve Meksika’yı istilâ etti.
Juarez’in başkanlığından sonraki Porfino Diaz’ın uzun diktatörlüğü sırasında (1876-1911) ekonomi, sosyal adâletsizlik ve yerli köylülerin sömürülmesi pahasına gelişti. Diaz’ı düşüren liberal Madero, ihtilâlci halk akımlarını bastıramadı ve 1913’te katledildi.
Carranza karışıklıklar ortasında 1917 anayasasını kabûl ettirdi ve halka yönelik bir siyâset tâkip etti. Obrago’nun başkanlığında (1920-1924) tarım reformunun uygulanması başladı. Bunun bir katolik tarafından katledilmesi ve şiddetli Katolik direnişi sonucunda, kiliseye karşı son derece katı ve bâzan öldürücü bir siyâset başladı. Lazoro Cardenasi, Başkanlığı (1934-1940) sırasında dînî mücâdeleleri yatıştırarak modernleşme politikası tâkip etti. İkinci Dünyâ Savaşından sonra sanâyileşmeye büyük önem verildi





12 Şubat 2008 Salı

ZEYBEKLİK


Zeybeklik kurumu üç birimden oluşmaktadır. Efe, Zeybek, KızanEfe, zeybeklerin başıdır. Zeybekler, kızanlardan sorumlu kolbeyidirler. Kızanlar ise efenin buyruğundaki askerlerdir.

EFE
Efelik bir tür seçimle olur. Efenin oğlu efenin değerinde ise efe seçilir. Artık her şey onun buyruğuna kalmıştır. Efenin oğlu seçilemezse , Zeybekler aralarından en değerli zeybeği efe seçerler. Efeler birbirlerine ateşli silah çekmezlerdi. Zira bu korkaklık sayılırdı. Mintanlarının yaka düğmeleri sürekli açıktır. Sakal bırakmazlar, pala bıyıklıdırlar. Başları ustura ile tıraş edilir, arka ortadan “Perçem “ sarkar. Bindikleri at erkek, koşumlarının metal aksamları gümüştendir. Ayaklarında “kayalık” denilen özel işlemeli çizmeler bulunur. Uzun namlu’lu silah olarak da “Filinta “ taşırlardı.

ZEYBEK
Zeybek kelimesi ve Zeybeklik çeşitli kaynaklarda değişik tariflerle tanımlanmıştır. Bilindiği üzere Anadolu'ya yerleşen ilk Türk'lerde asker ve orduya Sü denilmektedir. Bundan türemiş pek çok kelime arasında subaşı (Ordu Komutanı) Sü-be (ordugah, karargah) ve birde subay anlamına gelmek üzere Sü-bek sözcüğü bulunmaktaydı. Nitekim günümüzde aynı anlamda Su-bay olarak kullanılmaktadır. Bu sözcükteki S harfinin diğer birçok eski sözcükte olduğu kabul edilirse sözcüğün Zü-bek, Zi-bek ve dil akıcılığı dolayısıyla da Ziybek, ZEYBEK şekline dönüştüğü ortaya çıkar. Diğer taraftan başka bir anlama gelen Sü-bek sözcüğü nasıl Arapça kökenli Seybekten alınmışsa Arapçanın o çağlardaki büyük etkisi nedeniyle de SÜ-BEK sözcüğünün Zeybek veya Seybek haline gelmesi o kadar olağandır. Nitekim zeybeklerin tarihteki fonksiyonları üzerinde yapılacak her araştırmada onların askerlikle yakından veya uzaktan kesinlikle bir ilişkisi olduğu görülür.(Türkoğlu,1977)
Zeybeklik Türkmenlerin Batı Anadolu'ya gelmeleri ile ortaya çıkmıştır. Bu nedenlede kökleri Türkmenlere kadar uzanmaktadır. bu dönemlerde (10-13.y.y) Bizans metinlerinde görülen Salpace sözcüğü Sahilbeği olarak kabul edilmiştir. Oysa, Bizanslı bir tarihçi bu sözcüğün anlamını kuvvetli insan olarak açıklamaktadır. Bu nedenle de Salpace sözcüğünün Anadolu insanına geçmiş ve zamanla değişerek Zeybek sözcüğüne dönmüş olması mümkündür.
Zeybek sözcüğünün kökeni konusundaki diğer bir görüş ise, bu sözcüğün Arapça çevik insanlara verilen bir ad olan Zibaki'den geldiğidir. Ayrıca Şemsettin Sami "Kamus-u Türki" adlı eserinde Zeybekliği hafif silahlı ve güvenliği sağlamakla görevli eski bir sınıf asker olarak tanımlamaktadır.

KIZAN
Kızanlar efenin maiyetindeki askerlerlerdir. Kızan kelime anlamı olarak; Batı Anadolu'nun bazı yörelerinde "Çocuk" anlamında kullanılan bir sözcüktür. Kızanların; mintanlarının kolları uzundur. Giyimleri sade, cepkenleri sırma işlemelidir. Başlarının ortası traş edilir. Uzun namlulu silah olarak da "Martin" kullanırlardı. Efenin izni olmadan evlenemezlerdi.


“Ankara, 11 Haziran 1920

Aydın ve Havalisi Kuvayi Milliye Umum Kumandanı Demirci Mehmet Efe kardeşime:

Kahraman efelerinizi size gönderiyorum. Aydın’ın bu doğru özlü ve fedakar evlatları, Bolu ve Düzce havalisinde memleketimizi gavurların esaretine düşürmeye çalışan hainleri pek kahramanca ve fedakarca bastırdılar. Vatanımıza büyük hizmetler ifa ettiler. Allah iki cihanda aziz etsin. Kendilerine ve umum kumandanları olan zat-ı alinize Büyük Millet Meclisi’nin kalbi ve samimi teşekküratını takdim eder, gözlerinizden öperim. Kardeşim efendim...

İmza: Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal”

11 Şubat 2008 Pazartesi

OLYMPOS






Antik Likya'nın en önemli liman kentlerinden olan Olympos, tarih boyunca mitolojiye konu olmuştur. Konumunun elverişliliği nedeniyle korsanların barınağı olan Olympos, bugün sahip olduğu tarihsel değerleri, 3200 metrelik muhteşem sahili, endemik bitkileri, Caretta caretta'ları Khimaira'sı, tüm sportif etkinliklere olanak veren muhteşem doğası ve pansiyon olarak kullanılan meşhur ağaç evleri ile tüm dünyaca bilinmektedir.

Tamamı arkeolojik ve doğal sit alanı olarak koruma altında olan Olympos, denize açılan ve ortasından Akçay deresinin aktığı bir vadi içine kurulu. Su kanalları, surlar, lahit mezarlar gibi kente ait pek çok kalıntı görülebilir. Antik çağlarda nehir kenarlarına yapılan duvarlarla kanal haline getirilen nehirden gemiler de geçebilmekteydi. Ören yeri girişinden antik kentin kalıntıları arasında yaklaşık 1,5 km yürüyerek Olympos sahiline ulaşılır.
Sit alanında gezmek için sandalet tarzı açık bir ayakkabı giymenizi tavsiye ederim..

10 Şubat 2008 Pazar

THE MAIDEN'S TOWER


As the Maiden's Tower was remote and inaccessible, people did not have much information about what was lived in it, and they sufficed with telling interesting stories about the inside, and imagining. The first story about the Maiden's Tower was a love story told by Ovidius. This story, relating to the sad love of Hero and Leandros, begins with Hero leaving the tower. Hero is one of the holy women of Aphrodite, and love is banned for her.
She leaves the tower years later to attend a ceremony to be held at the Aphrodite temple, and there she meets Leandros. These two youngsters in love with each other, bless their love with Leandros visiting the tower at nights. The Maiden's Tower witnesses the devotion and the forbidden love of these two young people every night. On a stormy night when Leandros was swimming to the tower, the love light that Hero burnt was put out. Leandros losing his way in the darkens is buried in the waters of the Bosphorous. Hero, seeing that her lover dies, lets herself in the arms of the waters as well.

Other than this story on lovers that cannot meet, there is a snake story, similar to the Cleopatra's end. According to a prophecy, a king is to lose her beloved daughter at the age of eighteen, with a snakebite. Therefore, the king has this tower in the middle of the sea repaired, and places his daughter here. Proving that the fate cannot be escaped, a snake emerging from a grape basket sent to the tower, empties its poison to the princess. The king has an iron vault prepared for his daughter and places it above the gate of Hagia Sophia.

The last story is from the Ottoman times. It is the story about Battal Gazi raiding the Maiden Tower with his soldiers and taking away the hidden treasures and the daughter of Üsküdar Tekfur (Governor). Battal Gazi took the daughter of the tekfur and the treasury, and rode away from Üsküdar, on his horse. The expression "Atı alan Üsküdar'ı geçti" (He who took the horse is already past Üsküdar) is a reflection of this story. Another aspect of this story coming to the present is about the name of this tower. In reference also to the princesses in other legends, Turks named this tower Kız-Kulesi (the maiden's tower). The tower, which was called as Arkla (small castle) in the Antiquity and Damialis (calf), was also famous with the name Tour Leandros.

Currently it is "Kızkulesi" (the Maiden's Tower), and known with this name.