30 Haziran 2007 Cumartesi

BOLU KÖFTESİ

MALZEME:

500gr. kıyma (%10 yağlı)
1 kase çekilmiş bayat ekmek içi
1 adet yumurta
Yarım bağ maydanoz
1 adet soğan (suyu için)
Tuz, biber, baharat

Garnitür :
5-8 adet patates (Bolu patatesi)
5-8 adet soğan
4 çorba kaşığı sıvı yağ

Tamamlama :
1 adet domates
6 adet sivri biber
6 tutam maydanoz (üzerine serpmek için)
Sıvı yağ (köfte pişirme)

Ön Hazırlık :
Ekmek içi, bir mikser yardımıyla, incecik çekilir. Maydanoz temizlenip ince kıyılır. Soğan rendelenip, avuç içiyle, suyu sıkılır.

Köfteyi hazırlama :
Bir kap içinde, iki defa çekilmiş kıymaya çekilmiş ekmek içi, yumurta, kıyılmış maydanoz, bir soğanın suyu, tuz, biber ve isteğe bağlı aromatik malzemeler eklenip yoğrulur. Köftenin yumuşak olması için kıymaya 100 gr. (1 çay bardağı) civarı soğuk su karıştırılır. (Köftenin ağırlığı 850 gr. gelmelidir). 24 adet, büyük ceviz büyüklüğünde, eşit parçaya bölerek kişi başına 4 köfte düşecek şekilde yuvarlak (5-6 cm çapında) yassı köfteler hazırlanır.

Patates hazırlama :
Patatesler soyulduktan sonra yarım santim kalınlığında dilimlere doğranır. Bol suda yıkanıp iyice süzülür. Kızgın tavaya 15 gr. (2 çorba kaşığı) ay çiçek yağı dökülüp patatesler ilave edilir. 15-20 dk. sote yaparak yeterli derecede kızartılır. Patatesler tam pişmeyebilirler, pişmesi tamamlanmak için 200 derece kızgın bir fırına 10-15 civarı verilerek patateslerin pişmesi tamamlanır.

Soğan hazırlama :
Soğanlar soyulup piyaz şekli doğranır. Kızgın tavada 15 gr. (2 çorba kaşığı) ay çiçek yağıyla kavrularak iyice pişirilir.

Garnitürü hazırlama :
Sote edilerek pişirilmiş patateslere kavrulmuş soğan eklenip karıştırılır.

Köfte pişirme :
Köfteler ızgarada veya tavada, çok az sıvı yağla, iki tarafı da kızartılarak pişirilir. 2-6 parça domates ve 6 adet sivri biber de aynı anda pişirilerek hazır edilir.

Servise hazırlama :
Garnitürün yarısı tabağın ortasına konur ve üzerine 4 adet köfte yerleştirilir. Köftelerin üzerine garnitürün diğer yarısı konur. Etrafına bir parça domates ve biber yerleştirilip üzerine bir tutam kıyılmış maydanoz serpilip sıcak olarak servis edilir.

Gerekli açıklamalar : Kıyma dana veya kuzu olabilir, ancak fazla yağ içermemelidir. Çekilmiş ekmek içi köfteyi yumuşak tutar. Bu yemeğin en önemli noktası, sote edilerek pişirilmiş bol soğanlı patatestir. Yani yarı köfte ve yarı soğanlı patates olarak hazırlanmalıdır. 1 kg. patatese 0,5 kg. soğan hesap edilmelidir.

YEDİGÖLLER KEBABI

100 gr. kuzu but eti
1 adet domates
100 gr. piliç fleto
2 adet yeşil biber
60 gr. köy ekmeği
50 gr. süzme yoğurt
50 gr. tere yağı
2 gr. toz kırmızı biber
1 gr. toz karabiber
25 gr. et suyu
1 gr. tuz
1 demet dere otu

Kuzu eti ve piliç eti üçer parça halinde ince dövülür. Tuzlanıp biberlendikten sonra ızgarada pişirilir. Bolu köy ekmeği küp şeklinde doğranır. Tere yağı ile kızartılır. Üzerine et suyu ilave edilir.
Servis tabağına konulur. Ekmeklerin üzerine süzme yoğurt ilave edilir. Izgarada pişen etler ikiye bölünür. Servis tabağındaki malzemelerin üzerine dizilir.
Garnitür olarak ızgarada hazırlanan domates ve biber servis tabağına konulur. Üzerine tere yağı, biber sos ve dere otu ile servis yapılır.

ORLANDO




Gezdim, gördüm diye demiyorum ama büyülü diyarlarda eğlenmek isteyenlerin şehri Orlando :).

1971'de kurulmuş olan Disney World son yıllarda neredeyse şehrin varoluş nedeni olmuştur. Bir yıl içinde 40 milyon insanın turist olarak ziyaret ettiği bu şehirde sokakta karşılaşacağınız her iki kişiden biri ya turisttir ya da geçimini turizm sektöründen kazananmaktadır.

Gece hayatını yaşamak için gidebileceğiniz bir kaç yer vardır:
Şehrin downtown bölgesi, Universal Stüdyolarının City Walk bölgesi veya Disney Downtown.

Orlando da kaçırılmayacak fırsatlardan biri Universal Studyolarında gezmek. Jurassic Park da attığım çığlıklar hala çınlıyordur heralde:)

UNIVERSAL STÜDYOLARI

Universal Stüdyoları, sinema ve televizyon yapım stüdyoları ve eğlence parklarından oluşuyor. Geçen yıl bu parkların yanına bir de heyecanlı gösterilerden hoşlananlar için ayrı bir park yapıldı. Burada yüksek binalardan düşmeler, asansörlerle aşağı kaymalar, 360 derecelik dönüşlerle ray üstünde giden araçlarla hız gösterilerine katılmalar gibi etkinlikler var.

Universal Stüdyoları içinde bulunan, Nickelodeon Stüdyoları'ndan çocuklar çok hoşlanıyor. Çekimi süren bir televizyon filmini canlı canlı izleyebiliyorsunuz. Çocuklar kendileri de diğer stüdyoda bildikleri kahramanlarla birlikte oyunlar oynuyorlar. Woody Woodpecker`s, Terminator 2 3-D, Back to the Future, Kongfrontation, Art of the Flintstones, Men in Black, Alien Attack gibi filmlerin en önemli sahnelerini, bir kez daha yaşama şansınız var.

Universal Stüdyoları ise bir başka. Bir yanda Jaws filminin can alıcı sahnesini bindiğiniz teknede yaşarken, bir yanda Terminatör karşınıza çıkıyor. Ekranda oynayan dijital filmde yer alan karakterler bir anda karşınıza çıkıp, size lazer tüfeklerle ateş ediyor. Neyin film neyin gerçek olduğunu şaşırıyorsunuz. E.T. filminin macerasını yeniden yaşıyor, bisikletlerle onu gerçek ülkesine siz götürüyorsunuz. Geleceğe dönüş filmi için hazırlanan binada, özel araca binip yanardağların içine giriyor, hızla yüksek tepelerden yerlere düşüyorsunuz.

Görmeden, bir kaç çığlık atmadan gelmeyin .......

27 Haziran 2007 Çarşamba

CAPPADOCIA

Cappadocian region is the place where the nature and history come together with most beautiful scene in the world. While geographic events are forming Peribacaları (fairy chimneys), during the historical period, humans had carried the signs of thousand years old civilizations with carving houses and churches within these earth pillars and decorating them with frisks.

During the Roman Emperor, Augustus period, territories of Cappadocian Region as a wide region lying till to the Toros Mountains at south, Aksaray at west, Malatya at east and Eastern Black Sea shores at north within the 17 volume book named 'Geographika' of Strabon, one of the Antic Period writers. Today's Cappadocian Region is the area covered by Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri, and Kırşehir cities. More limited area, rocky Cappadocian Region is composed of Üçhisar, Göreme, Avanos, Ürgüp, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara and environment.

Traditional Cappadocian houses and dovecotes carved into stones are showing the uniqueness of the region. These houses are constructed on the feet of the mountain via rocks or cut stones. Rock, which is the only construction material of the region, as it is very soft after quarry due to the structure of the region, can be easily processed but after contact with air it hardens and turns into a very strong construction material. Due to being plentiful and easy to process of the used material, regional unique masonry is developed and turned into an architectural tradition. Materials of neither courtyard nor house doors is wood. Upper parts of the doors built with arches are decorated with stylized ivy or rosette motifs. Dovecotes within the region are small structures constructed within 18th century and end of 19th century. Some of the dovecotes, which are important for showing Islamic picture art are constructed as monastery or church. Surfaces of dovecotes are decorated with rich inscriptions and adornments by regional artists.

26 Haziran 2007 Salı

BOLU EVLERİ





Çarşı, sokak, çeşme, saat kulesi, cami, han, hamam, türbe gibi mimari unsurları, gelenek ve görenekleri ile bir bütünlük oluşturan, Eski Türk Şehri özelliğini büyük ölçüde koruyan yalnızca Göynük ve Mudurnu evleridir.

Bolu merkez, Göynük ve Mudurnu da 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarına tarihlenen çok sayıda geleneksel Türk Evi bulunuyor.

24 Haziran 2007 Pazar

EL SANATLARI


İlin ormanlarla kaplı oluşu insanları tahta oymacılığına yöneltmiş ve bu el sanatı geleneksel bir boyut almıştır. Ağaç oymacılığı daha çok dekoratif turistik eşya ve mutfak araç gereçleri şeklinde yoğunlaşmıştır.


Kıbrısçık ilçesinde kaval, Göynük Kılavuzlar köyünde tahta oymacılığı, Gerede’de dericilik, bakırcılık, kalaycılık, saraçlık mesleği halen devam etmektedir.


İlde bir başka el sanatı örneği de Mudurnu iğne oyalarıdır. Mudurnu’da bayanlar iğne oyası yaparak ve çevre yerleşim birimlerinde pazarlayarak geçimlerine katkıda bulunmaktadırlar. Oyalar ipek iplikten yapılmaktadır. Her oyanın bir ismi vardır. En yaygın olanları, hercai, biber, limon, papatya, kınalı, parmak yıldız, üzüm, küpe çiçeğidir.

Mengen ilçesinin telli nakışlı baş örtüleri ve burun çorapları son derece güzeldir. Nakış isimlerinde doğadan esinlenilmiştir. Bazıları meşe yaprağı, akça ağaç, diken gülü, dut yaprağı, yıldız telidir. Kullanılan nakış ipliği ise bitkisel boyalarla renklendirilmektedir.

Kıbrısçık ilçesinde de yöresel tezgahlarda kıl ve yünden giyim eşyaları, torba, heybe, yastık ve kilim çeşitleri yer yer yapılmaktadır.
Kıbrısçık’ta halen kadınlar özellikle düğünlerde geleneksel giysilerini kullanmaktadırlar.

23 Haziran 2007 Cumartesi

TURİZM






KAPLICA TURZMİ

Bolu, jeolojik bakımdan Kuzey Anadolu fay tabakası üzerinde kurulmuş olduğundan çok miktarda jeotermal su kaynakları ve kaplıcalara sahiptir.
Şehir Merkezine 5 km. mesafede, Karacasu beldesinde bulunan kaplıcalar, Seben Dağları eteklerinde, çevresi ormanlarla kaplı sakin bir dinlenme yeridir. "Termal Turizm Merkezi" olan bölgede Termal Otel ve Büyük Kaplıca, Küçük Kaplıca Özel İdare Tesisleri ve Sağlık Bakanlığı’na ait Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi ile aile pansiyonları hizmet vermektedir.
Yüzyıllardan beri kullanılan Bolu Kaplıcalarından Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de beğeniyle bahsedilmiştir. Doğal kaynaklı ve sondaj çıkışlı olan suyun sıcaklığı 42 – 44 ºC, PH değeri ise 6,3’tür. Kaplıca suyu; bikarbonatlı (%51,31 milival), sülfatlı (%46,66 milival), kalsiyumlu (%69,34 milival), magnezyumlu (%19,18 milival), karbondioksitli (251,6 mg/lt.) ve fluorürlü (1,9 mg/lt) bir bileşime sahiptir.
Banyo ve içme kürlerine elverişli olan sular, romatizmal hastalıklara, deri, kan dolaşımı ve kalp hastalıklarına, solunum yolu hastalıklarına, kadın hastalıklarına, sindirim sistemi, safra kesesi, böbrek ve idrar yolları hastalıklarına, kemik ve kireçlenme rahatsızlıklarına, metabolizma ve beslenme bozukluklarına, iyi gelmektedir. Büyük Kaplıca suları 1767 mg/lt eriyik mineral değerine sahiptir.
KIŞ TURİZMİ

Bolu şehir merkezinden Ankara istikametine 10 km. gittikten sonra D-100 karayolundan güneyeye dönülür ve 28 km. sonra 2000 m. rakımında Kartalkaya'ya ulaşılır. Bu tırmanış sırasında yol kenarında yörenin en güzel yaylaları görülebilir. Bolu’nun 38 km. güneyinde yer alan Kartalkaya Kayak Merkezinde, toplam 1500 yatak kapasiteli, her türlü aktivite ve konfora sahip tesisler mevcuttur.
Kartalkaya'da toplam pist uzunluğu 30 km.'dir. Otellerin toplam 14 adet lift ve değişik eğimlerde 28 adet pisti bulunmaktadır. 15 Aralık – 15 Nisan arasında toplam 120 gün boyunca kış sporlarının yapılabildiği bölge kayak sporundan hoşlananların akınına uğrar. Kar kalınlığı zaman zaman 2,5 – 3 metreyi bulmaktadır. Kartalkaya’da bulunan otellerden kayak malzemesi kiralanabilir ve kayak öğretmenlerinden ders alınabilir.

YAYLA TURİZMİ

İlimizde bulunan toplam 300 civarında yayla ile Bolu, yaylacılık alanında önemli bir ilimizdir. Bolu Yaylaları; Doğu Karadeniz’deki örneklerini aratmayacak nitelikte, ormanlarla kaplı dağlar üzerinde, gür akarsuların geçtiği, yemyeşil ve verimli düzlüklerdir.
Bolu'nun 25 km. güneyindeki dağ yamaçları üzerinde, yer alırlar. Orman alanları arasında, yemyeşil düzlükleri ile piknik için de ideal olan bu yaylalar çevresinde bulunan Orman İşletme Tesisleri, Aladağ İzcilik Kampı ve Göleti ile göz kamaştırıcı güzellikler sergilerler. Aladağ bölgesindeki yaylalar arasında trekking için çok uygun parkurlar vardır.

AV TURİZMİ VE BALIKÇILIK

Bolu’nun dört yanını kuşatan orman tabakası ve zengin bitki örtüsü,beraberinde çok çeşitli av hayvanlarının bulunmasını sağlar. Ormanlık alanlarda ayı, vaşak, yaban domuzu, geyik, karaca, kurt, sansar, tilki, porsuk,tavşan, kokarca, gelincik,kunduz ve sincap gibi kara hayvanları ile keklik,üveyik,bıldırcın,çil,toy,turna,çulluk,güvercin gibi av kuşları ve atmaca,şahin,kartal gibi yırtıcı kuşlar sıklıkla görülmektedir. İlimizin, Gerede, Dörtdivan ve Mengen İlçelerinde av turizmi yapılabilecek potansiyel sahalar mevcuttur. Bu sahalarda avlanma mevsimlerinde Ülkemizde faaliyet gösteren av turizmi acentelerince yabancı avcılara yaban domuzu avı yaptırılmaktadır.
Yeniçağa - Gökçesu - Çaydurt arasındaki Sazakiçi Bölgesi, örnek av sahası olarak tahsis edilmiş ve özel sektöre kiralanması planlanmıştır.
Ayrıca bir çok gölü bünyesinde barındıran Bolu,sportif olta balıkçılığı için ideal bir bölgedir. Abant Gölü, Gölcük, Gölköy Barajı, Yeniçağa Gölü, Yedigöller, Aladağ Göleti, Karamurat Gölü, Çubuk Gölü, Sünnet Gölü, Sülük Gölü, Çayköy Göleti, Şirinyazı Göleti ve Karagöl’de bulunan çok lezzetli alabalık,sazan,mercan ve gümüş balıkları av mevsimlerinde olta ile avlanabilmektedir.

22 Haziran 2007 Cuma

BALİ ADASI











Bali adası Endonezya'ya bağlı olan 15.000 adadan sadece bir tanesidir. Doğası, mükemmel plajları, gezilip görülecek, yaşanacak ve yeni şeyler keşfedilebilecek bir ada.
Bali Adası, dünyanın dört bir yanından gelen turistlerle gelişmiş, büyümüş fakat özünden, geleneklerinden, göreneklerinden ve inançlarından ödün vermemiş bir yer. Bali Adalarının her sokağında, caddesinde görebileceğiniz tapınaklar, heykel atölyeleri, binalar, yaşam tarzları ile bir kültür mozaiğini gözler önüne seren bir yerdir.


Pura Besakih Tapınağı:
11. yüzyılda inşa edilmiş olan bu tapınak Bali’de bulunan en önemli tapınaklardan biridir. "Ana tapınak" olarak değerlendiren Pura Besakih tapınağının içini gezmek yasak, ancak siyah beyaz ve kırmızı renklerinin hakim olduğu dış görünüş ile görülmeye değer.

Gunung Agung:
Gunung Agung dağının, bundan 41 yıl önce yaşanan bir patlamada yaklaşık olarak 2.000 kişinin ölümüne neden olduğu söylenmektedir. 3 bin 142 metre yüksekliğinde olan bu etkin yanardağ, günümüzde Bali Adası'nın tablo gibi önünüze serilen manzarası seyretmek için, ziyaretçilerin gözdesi olan bir yerdir. Ayrıca macera tutkunları tırmanış, trekking gibi etkinlikler için Gunung Agung dağını tercih etmektedirler. Dağa tırmanmadan önce, Gunung Agung Dağı'nın eteklerinde bulunan, Bali adalarının en kutsal sayılan Pura Besakih Tapınağı'nı da ziyaret etmeyi unutmamak gerekir.

Bali'de eğlence ya da güzel plaj denildiğinde akla gelen ilk yer Kuta Bölgesi'dir.
Adanın kuzeyinde bulunan bu bölgeye özel olan bir diğer özellik ise "Bali Masajıdır". Aslında bu özel tekniklerle yapılan masajı Bali Adası'nın her bölgesinde bulmak mümkündür ancak Kuta Bölgesi bu özelliği ile anılmaktadır. Kendinizi güzel bir hediye vermek isterseniz; aromatik yağlar, kokulu mumlar eşliğinde yapılan Bali Masajı eşliğinde keyifli dakikalar geçirebilirsiniz.

Ubud Bölgesi
Bu bölge genel olarak sanata, sanatçıya düşkünlüğü ile Bali Adası'nın sanat merkezi olarak adlandırması ile ünlüdür. Bir çok galeriyi ve hepsi birer sanat eseri değeri taşıyan tapınaklarını gezebilirsiniz. Ubud kasabasında mutlaka görülmesi gereken bir diğer yer ise "Maymunlar Ormanıdır."
Maymunlar Ormanı'nda lüks bir tatil adına arayabileceğiniz bir çok şeyi bulabilirsiniz. Lüks oteller, mağazalar ve egzotik Bali yemeklerinin tadına bakabileceğiniz restoranlar ile Bali Adası'nda görülmesi gereken yerlerden bir tanesidir.

Bali Adası'nın olmazsa olmazı pirinçtir. Ada'da her yere görsel bir zenginlik katan pirinç tarlalarının görüntüsü kadar, her yemekte sofralardan eksik olmamasıyla da size ayrı bir şölen sunacaktır. Pirinçten birçok değişik yemek yapılan Bali Adalarında "nasi goreng" yani kızarmış pirinç anlamına gelen bu yemek Bali halkının ulusal yemeğidir.
Değişik ve özel pişirme tarzlarıyla "tanrının armağanı" olarak nitelendirdikleri yiyeceklere gerekli ve yeterli özeni göstermeye oldukça dikkat edilmekdedir.
Bali'de pirincin dışında en önemli yiyecek ise taze meyvelerdir. Egzotik meyvelerin çok olması nedeni ile pirinçten sonra ikinci sırayı taze meyveler alır.
Bali Adaları yemek kültürü olarak Endonezya'ya benzetilse de, yemeklerinin içine katıkları değişik sosları ve zencefil köklerini çok fazla kullanmaları sayesinde Endonezya mutfağından ayrılırlar.
Özellikle "Balinese Spice Mix" adı verilen 13 baharatın karışımı olan, yabani zencefil sadece Bali Adalarında bulunduğu için değişik aromatik tatlarla bezenmiş olan Bali yemeklerini başka bir yerde bulabilme imkanınız yoktur. Ayrıca Bali'de değişik bitkilerden yapılan yemeklerin tadına bakabilirsiniz, özellikle yemeklerde muz yaprağı gibi değişik tatlar kullanılır.
Genel anlamda mutfak kültürlerine bakıldığında Bali yemekleri alışık olduğunuz yemeklerle aşağı yukarı aynı gibi görünebilir. En belirgin benzerlik, etli yemekleri kebap tarzında yapılıyor olmasıdır. Ancak bu benzerlik sadece şekilsel bir benzerliğin dışında bir şey değildir.

Eğlence kavramınız ne olursa olsun her zevke hitap edebilecek bir yerdir Bali Adası... müziğe dansa, şiire çok meraklı olan yöre halkı, her bölgede ayrı bir özellik gösteren yöresel danslarıyla da gelen ziyaretçilere zevkli dakikalar yaşatabiliyor.
Hinduizm inançlarından kaynaklanan bir nedenle neredeyse her günü, bir din günü olarak ilan edilmiştir. Bali Adalarında yapılan bu dini kutlamalar sayesinde neredeyse hemen hemen her gün bir karnaval havasında geçer.
Eğer eğlence kavramı, size göre su sporları ise işte tam yerindesiniz. Su altı ve su üstü sporlarını cennetindesiniz. Bali Adalarına birçok turist bu tip sportif faaliyetler için gelir. Sörf, dalış, dağcılık aklınıza gelebilecek, doğa ile iç içe olabileceğiniz her şey burada.
Eğer ki eğlenceden anlayabileceğiniz şey; barlar müzik sesi, alkollü içecekler ise Bali Adaları bu konuda da size sonsuz bir hizmet sunuyor. Dünyaca ünlü büyük otellerin, birer şubelerinin burada açılması ile eğlence hayatı gayet canlanan Ada'da, 24 saat süren dans, müzik, Bali halkının rengarenk kıyafetleri ile eğlenceyi dolu dizgin yaşayacağınız bir şehir.

CULTURE


Bali, is famous for many forms of art, including painting, sculpture, woodcarving, handcrafts, and performing arts. Balinese gamelan music is highly developed and varied. The dances portray stories from Hindu epics such as the Ramayana. Famous Balinese dances include pendet, legong, baris, topeng, barong, and kecak(the monkey dance).
National education programs, mass media and tourism continue to change Balinese culture. Immigration from other parts of Indonesia, especially Java, is changing the ethnic composition of Bali's population.
The Hindu new year, Nyepi, is celebrated in the spring by a day of silence. On this day everyone stays at home and tourists are encouraged to remain in their hotels. On the preceding day large, colorful sculptures of ogoh-ogoh monsters are paraded and finally burned in the evening to drive away evil spirits. Other festivals throughout the year are specified by the Balinese pawukon calendrical system.

YEREBATAN - BAZİLİKA SARNICI




İstanbul en sık kuşatma tehlikesiyle karşılaşan şehirlerden biriydi. Kuşatma süresince yaşanan en önemli sorun da yiyecek ve içecek kaynaklarının tükenmesiydi. Sarnıc, Roma ve Bizans İmparatorları'nın bu sorunu çözmek için yaptırdığı sarnıçların en büyüğüdür. 532 yılında Justinianus tarafından inşa ettirilen Yerebatan Sarnıcı, Stoa Bazilikası'nın altında yer aldığı için Bazilika Sarnıcı olarak da bilinir.

80.000 metreküp su alabilen ve 140´70 metrekarelik bir alana yayılan sarnıç, 6. yüzyılda Justinianos tarafından öncelikle saray ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılmıştır. 336 sütundan bazılarında oyma süslemeler vardır.
Osmanlı'da akan su sevilir, duran su içilmezdi. Bu nedenle, Osmanlı'nın fethinden sonra, bir yüzyıl içinde unutulan sarnıçın suyu, saray bahçelerini sulamakta kullanıldı. 1985-1988 arasında sarnıç restore edildi ve sütunlar arasına gezi yolları yapıldı. Ses ve ışık efektleriyle sütunların etkileyici perspektifi ortaya çıkarıldı. İki sütunun tabanını oluşturan pagan kalıntıları olan Medusa kafalarının, hıristiyanlar tarafından ebediyen suyun altında gizlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Sarnıçta toplanan yağmur suyunda yaşayan sazan balıklarının dekoratif ve kirlenmeye karşı bir önlem olduğu sanılmaktadır.

HİPODROM


Şehrin ilk kurulduğu akropol surlarla çevrili, tipik bir Akdeniz ticari yerleşimiydi. Roma devrinde bu merkez genişletilerek, yenilenmiştir. Günümüze çok az kalıntıları kalan Roma devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti.

“Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir.
Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk km taşıda buradaydı. Hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idare ve sosyal merkezler bu civara yerleşmişlerdi. Semt Bizans ve Türk devirlerinde de merkezi önemini devam ettirmiştir. İstanbul’un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yere Batan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresindedirler. Şehrin ana caddeleri (aşağı limana inen ve batıya şehir surlarına doğru gidenler) Hipodromdan başlar ve yamaçları takip ederdi. Yol kenarları ticari kuruluşlar ve ikametgahlarla çevrili idi. Yan yollar dar ve bazıları basamaklarla yokuş aşağı uzanırlardı. Anayol kaldırımları bazen iki katlı, galerili inşaa edilmişlerdi.

Yol boyu geniş meydanlardan ayrılan sapaklarla sur kapılarına ulaşılırdı. Ana cadde “Mese” diye anılırdı. Surlarda Altın Kapı yolu “Via Egnetia” Roma’ya, giden yoldu. “Hipodrom” at binenlerin, atların meydanı anlamına gelir. Roma İmparatoru Septimius Severus”un 2.yy. sonlarına inşa ettirdiği hipodrom Büyük Konstantin tarafından devasa ölçülerde genişletilmişti. Bazı tarihçiler 30, bazıları da 60 bin seyirci kapasitesinde olduğunu bildirirler. 2 veya 4 atın çektiği arabaların yarışları esas gösterilerdi. Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10 yy’a kadar önemini sürdürmüştü. 1204 Latin istilası ile beraber, şehrin bir çok diğer abideleri gibi burası da önemini yitirmişti. Araba yarışları yanında, müzisyen toplulukları, dansözler, akrobatlar, vahşi hayvanlarla kavga gösterileri, toplantılar yapılırdı. Bütün bu faaliyetler için ise Roma devrinde bol tatil günleri mevcuttu.

Dev ölçüde bir U harfi şeklinde olan hipodromun doğu uzun tarafında, damında 4 bronz at bulunan, balkon şeklinde, imparator locası yer alırdı. Ortada, hipodromun kum kaplı sahasını ikiye bölen, arabaların etrafında yarıştığı alçak bir duvar, bu duvarın üstünde de İmparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilen abideler ve meşhur at yarışçıları ile atlarının heykelleri bulunurdu. Şöhretli bir araba yarışçısı akla gelebilecek her türlü maddi olanak içinde yüzerdi. Yarışçılar yeşil-mavi-sarı-kırmızı gibi politik güçleri de olan takımlara ayrılmışlardı. Zaman, zaman yarışlara politika karışır, karşılıklı güçlerin mücadeleleri korkunç katliamlara dönüşebilirdi.

Hipodrom günümüze zemini 4-5 metre yükselmiş ve kalabilmiş 3 abide ile gelmiştir.
Bunlar Mısır’dan getirilen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Obelisktir. Türk devrinde, bu meydanda bazen, eski günlerindeki zengin gösteriler gibi, çeşitli festival ve gösteriler tertiplenmişti. Hipodrom’un batısında, Sultan Ahmet Camii’nin karşısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı 16. yy. zengin ve tipik özel sarayların günümüze gelen tek örneğidir. Bu güzel yapı Türk ve İslam Eserleri müzesi olarak ziyarete açıktır. Muazzam Hipodromdan günümüze yuvarlak güney ucu gelmiştir. Büyük kemerlerle donatılmış tuğla bir yapıdır. Sonraki devirlerde Hipodromun taş blokları ve sütunlarının tamamı başka yapılarda kullanılmıştır. Hipodrom girişi sağındaki parkta 4-5 yy. ait özel saray kalıntıları, az ilerisinde de Aya Öfemiya Bizans Kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır.

Osmanlı döneminde de pek çok ayaklanmaya sahne olan Hippodrome, bu dönemde cirit oynanan, şahsade sünnetlerinin yapıldığı eğlence alanı olarak kullanıldı. İki kapıkulu ocağı olan yeniçeri ve sipahiler burada savaştılar, Vaka-i Vakvakiye'nin sonunda yaşanan asılmalar burada yaşandı, I. Dünya Savaşı sonunda işgal altında yapılan ve yazar Halide Edip'in de konuştuğu siyasi mitige de ev sahipliği yaptı.

DOLMABAHÇE SARAYI




Dolmabahçe Sarayı'nın bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Boğaziçi'nin büyük bir koyuydu. Osmanlı Kaptan Paşalarının gemilerini demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy zamanla bataklık haline gelmiş ve 17'nci yüzyıldan itibaren başlayarak doldurulmuş, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir "hasbahçe"ye dönüştürülmüştü. Bu bahçede, çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahil Sarayı adıyla anıldı. Beşiktaş Sahil Sarayı, Abdülmecit döneminde (1839-1861), kullanışsız olduğu gerekçesiyle ve 1843 yılından itibaren bölüm bölüm yıktırıldı. Aynı yıllarda, Dolmabahçe Sarayı'nın 15.000 m2'lik bir alanı kaplayan temelleri, meşe kazıklar ve ağaç hasırlar üstünde yükselmeye başladı.

Sultan Abdülmecit’in mimarı Karabet Balyan’ın eseridir. Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok sarayı bulunurdu. Ancak esas saray Topkapı, Dolmabahçe Sarayının tamamlanmasından sonra terk edilmiştir. Dolmabahçe Sarayı 3 katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Denizden 600 metrelik bir rıhtımı, kara tarafında ise birisi çok süslü 2 abidevi kapısı vardır.

Bakımlı ve güzel bir bahçenin çevrelediği bu sahil sarayının ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek olan tören ve balo salonu yer alır.
Sarayın giriş tarafı Sultanın kabul ve görüşmeleri, tören salonunun diğer tarafındaki kanat ise harem bölümü olarak kullanılmıştı. İç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halı ve perdeleri ve diğer tüm eşyası eksiksiz olarak, orijinaldeki gibi günümüze gelmiştir. Dolmabahçe Sarayı mevcut hiçbir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir. Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkârlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke ipek ve yün halıları, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidirler. Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her yerini süslerler. Pırıl, pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın pek çok odasında güzelliklerini sergilerler. Dünyadaki saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir. 36 m. Yüksekliğindeki kubbesinden ağırlığı 4.5 ton olan devasa kristal avize asılı durur. Önemli siyasi toplantılarda, tebrik ve balolarda kullanılan bu salon, önceleri alttaki, fırına benzer bir düzen ile ısıtılırdı. Saraya kalorifer ve elektrik sistemi daha sonraları eklenmiştir. 6 Hamamdan Selamlık bölümündeki, eşi olmayan, güzel oymalı alabaster mermerleri ile dekorludur. Büyük salonun üst galerileri orkestra ve diplomatlar için ayrılmıştı.

Uzun koridorlar geçilerek varılan harem bölümünde, sultan yatak odaları ve sultanın annesinin bölümü ile diğer kadın ve hizmetkârların bölümleri bulunmaktadır. Sarayın kuzey eklenti bölümü şehzadelere tahsis edilmişti. Girişi Beşiktaş semtinde olan yapı Resim ve Heykel Müzesi olarak hizmet vermektedir.

Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün İstanbul ziyaretlerinde ikametgâh olarak kullanılan sarayda en önemli olay 1938’de Atatürk’ün ölümüdür. Halkın ziyaretine açık tutulan Atatürk’ün naşı buradan Ankara’ya gönderilmişti. Halen saraydaki saatler bu büyük Türk’ün anısına ölüm saatinde durdurulmuştur. Dolmabahçe sarayı haftanın belirli günlerinde ziyarete açık olup, görülmesi şart olan İstanbul hazinelerinden bir diğeridir.

KIZ KULESİ












Kız Kulesi ile ilgili anlatılan ilk hikaye; Ovidius'un kaydettiği bir aşk hikayesidir.

Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikaye, Hero'nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero, Afrodit'in rahibelerindendir ve aşkla yasaklıdır. Hero yıllar sonra Afrodit'in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros'un gece kuleye yüzerek gelmesi ile aşklarını kutsarlar.
Kız Kulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero'nun, Leandros'un yolunu bulması için yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularında boğulur. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kız Kulesi'nden boğazın sularına bırakır.


Kavuşamayan aşıklara atfen anlatılan bu hikayeden başka bir de; Kleopatra
'nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı bir "Yılan" hikayesi vardır. Kehanete göre kralın birine, çok sevdiği kızının onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır. Kral kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya'nın giriş kapısının üstüne yerleştirir. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılır.

En son anlatılan hikaye ise Osmanlı dönemi ile ilgilidir. Battal Gazi
'nin askerleri ile Kız Kulesi'ne baskın yaparak kuleye saklanan hazinelerin ve Üsküdar Tekfuru'nun kızını kaçırdığı ile ilgili hikayedir. Evliya Çelebi'nin notlarına göre Arap komutan Battal Gazi İstanbul’u Bizans’ın elinden almak için Emevi ordularıyla birlikte gelir, Kız Kulesi önündeki kıyıya mevzilenir. Bir süre sonra Battal, İstanbul’un Asya kıyılarında kontrolü ele geçirince dönemin İstanbul tekfuru kızını ve hazinesini Kız Kulesine saklar ama Battal Gazi çoktan tekfur kızına gönlünü kaptırmıştır. Bir gece Kız Kulesine girmeyi başarır. Battal Gazi tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar'dan atına atlayıp oradan uzaklaşmıştır. Çokça bilinen "Atı alan Üsküdar'ı geçti" lafı bu hikayeden gelir. Daha sonra Tekfur'un kızını Afyon'a kaçırır ve bir kaleye yerleştirir. Fakat bir gece Battal Gazi kalenin dışında uyurken, kaledeki sevgilisi düşman askerlerinin geldiğini görür ve Battal'ı uyandırmak için taş atar ama ne yazık ki o taş Battal'ı şehit eder.Bu hikayeden günümüze gelen bir diğer şey de küçük kulemizin ismi ile ilgilidir.
Diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen Türkler buraya Kız Kulesi ismini vermişlerdir.

21 Haziran 2007 Perşembe

PALANDÖKEN



Geçmişi Hititler'e kadar uzanan doğunun en büyük şehri Erzurum'a, tarihi zenginlikleriyle birlikte, doğa da oldukça cömert davranmıştır. Erzurum'un güneyini bir yay gibi kuşatan Palandöken Dağları, yaklaşık 2200- 3100 metresinde kurulu tesisleri ile dünyanın sayılı kayak merkezlerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Yılın yedi ayı karlarla kaplı olan Palandöken Dağı, Erzurum havaalanına sadece 5 km uzaklıkta bulunuyor.

Doğasını ve mimari kültürünü aynı güzellikte bu günlere taşımış olan Erzurum' da tatili tadını çıkarırken İç Kale, Çifte Minareler, Çobandede, Yakutiye Medresesi, Lalapaşa Camii, Rüstempaşa Bedesteni, Üç Kümbetler, Tortum Şelalesi, Ulu camii ve tarihi kongre binası gibi tarihi mekanları ve sanat güzelliklerini de ziyaret etme fırsatı bulabiliyorsunuz.

20 Haziran 2007 Çarşamba

OLTU TAŞI










Oltu Taşı madeni genellikle, Oltu'nun kuzey doğusundaki köylerden çıkar. Bunlardan bir kısmını şöyle sıralamak mümkündür.
Dutlu, Güllüce, Yeşilbaşlar, Taşlıköy, Sülünkaya, Alatarla, Hankaskışla ve Çataksu köyleridir.

Oltu Taşının çıkarılışı: Köylerin arazisi genellikle çok engebeli dik yamaçlardan meydana geldiği için maden çıkarılan ocaklara ancak yaya ve zorlukla ulaşılabilir. Kazma kürek, murç ve çekiç gibi ilkel aletlerle çalışılır. Açılan ocakların çapı 70-80 cm. civarında olup, dike yakın bir eğilimle ilerlemektedir. Oltu Taşı cevheri üç-beş cm kalınlığında ve zaman zaman kaybolan, yani kırılmış damarlar halindedir. Ocaklarda biraz ilerleyince su çıkar ki, bu hafriyatı diz üstü sürünerek belki 200 metre uzunluğundaki ocaktan çıkarmaktadır. Maden cevherinin az ve çıkarılmasının zorluğu Oltu Taşının kıymetini daha da artırmaktadır.

Oltu Taşı'nın özellikleri:
1. Topraktan çıktığında çok yumuşak olmasına rağmen, hava ile temas edince sertleşmektedir.
2. İşlenmesi kolaydır.
3. İşlendikçe sertleşir.
4. Kullandıkça parlar.
5. Rengi genellikle siyah, bazen de kahverengidir.
6. Çıra gibi is çıkararak alevli bir şekilde yanar.
7. Sürtünme ile elektriklenerek hafif cisimleri çeker.

Oltu Taşı işletmeciliği günümüzden 200 sene öncesine kadar gitmektedir. Ancak bu güzel sanat, asıl önemini Cumhuriyet döneminde kazanmıştır. Oltu Taşı madeninin çıktığı bazı köylerdeki ocak kalıntıları ile yaşlı ustaların "Ben babamdan, babam dedemden, o da babasından öğrenmiş." şeklindeki canlı şahitlerinden bu sonuca ulaşılmaktadır.

Oltu taşından yapılan eşyalar:
1. Tespih
2. Kolye
3. Gerdanlık
4. Fincan takımı (Çok nadir bulunur)
5. Yüzük taşı
6. Sigara ağızlığı
7. Pipo
8. Kol düğmesi
9. Küpe
10. Rozet
11. Kravat iğnesi
12. Yaka iğneleri

En tanınmışı, kuşkusuz tespihlerdir. Oltu Taşı tespihlerinin ünü Türkiye dışında da bir çok ülkeye ulaşmıştır. Oltu Taşı tespihi elde çekildikçe parlayıp güzelleştiği gibi insan, buna karşı bağışıklık kazanır.
33'lük olanına "tek sayı", 99'lük olanına "üç sayı" adı verilmektedir. Kuka (yuvarlak), Kızılcık, Mercimek, Kesme, gümüş işlemeli tespih tipleri vardır.

Oltu Taşı taklitlerinden nasıl ayırt edilir:
1. Oltu Taşını elinizin içine alıp nefesinizle buharlaştırdığınızda buharı çeker ve üzeri nemlenir.
2. Oltu Taşı tespihlerinin kendine has ağırlığı ve tok sesi vardır. (Mesela cam tespihler çok ağır, plastikler çok hafif olurlar)
3. Sürtünme ile elektriklendiği için küçük kağıt parçacıklarını kendine çeker.
4. Bıçakla hafifçe kazındığında kahverengi toz çıkarır.
5. Kullandıkça parlar.

ERZURUM EVLERİ















Erzurum evlerindeki yapı sanatı kuşaktan kuşağa gelişerek sürdürülmüştür. Evlerin iklim koşullarının olumsuzluklarına göre biçimlenişi bu yöre mimarlığına ayrı bir özellik kazandırmıştır. Büyük boyutlu olan evler kalın kesme taş duvarlarla inşa edilirken belli aralıklarla yatay ahşap hatıllarla birbirine bağlanmıştır. Bu uygulama ağır taş yapımının deprem yüklerini karşılayabilmesi için yapılmıştır.

Damları genellikle düz olarak kurulur. Bu tür damlar oda ve avlu üstündeki örtü için uygulanır. Tandırevi üstü örtülürken, çatıda kare biçiminde bırakılan boşluk üzerine diyogenal bindirmelerle üst üste daralarak yerleştirilen ahşap kirişler yükseldikçe daralarak bir sekizgen piramit oluşturur. Bu örtü Erzurum evlerine özgü bir detaylamadır. Bir de Pasin örtü denen ve alınların örtülmesinde kullanılan iki yana eğimli basit bir örtü sistemi vardır. Bu örtülerin tümünde geçerli olmak üzere önce kirişleme üzerine söğüt dalları, sonra bunun üzerine toprak serilerek çatı tamamlanmış olur.

Erzurum evlerinin cephelerinde en önemli öğe ise çıkmalarıdır. Bazı örneklerde zemin kata tavan olan üst kat döşemesi, 40 ile 90 santimetre kadar dışarıya taşırarak verev çıkmalar yapılmıştır. Diğer bazı örneklerde ise tüm kat değil odaların bazıları sokağa taşırılmıştır.Plan şemasındaki Erzurum evi karakterini zemin kattaki avluya Tandırevi çözümleri belirler. Giriş kapısından içeri geçildiğinde önce avluya ulaşılır. Buradan yandaki mekanlara, tandır evine ve üst katta divanhaneye geçilir.Tandır evinin plan şeması kare, dikdörtgen ya da uzundikdörtgen olabilir. Bu sonuncu tandır evinin arkada olduğu durumlarda meydana gelir.Tandırevi, oturma, dinlenme, yemek yeme gerekirse yatma gibi işlevlerin sürdürüldüğü çok amaçlı kullanılan bir mekandır. En küçükleri 5x6 metre boyutlarında olan bu mekanın genellikle kare ya da kareye yakın dikdörtgen olması, üzerine oluşturulacak kırlangıç çatı için kolaylık sağlamaktadır.Odalar, dolap, sedir ve ocaklarıyla Anadolu'nun diğer yörelerindeki ilkelerin geçerli olduğu mekanlardır.Sofa ise karasal iklimin oldukça küçülmüş ve işlevinin önemli bir bölümünü yitirmiş yalnızca geçit mekanı haline dönüşmüştür. Sofadaki günlük yaşamla ilgili işlev tandır evinde sürdürülmektedir.

19 Haziran 2007 Salı

BALİ

CEVİZLİ KADAYIF DOLMASI

Malzemeler:
1/2 kg. burma kadayıf
200 gr ceviz içi
2.5 su bardağı toz şeker
1/2 limon suyu
4 adet yumurta
1 su bardağı süt
2.5 su bardağı su
2 su bardağı sıvıyağ (kızartmak için)
200 gr kaymak

Hazırlanışı: Burma kadayıftan avuç içi büyüklüğünde parçalar kopartılır ve içine dövülmüş ceviz içinden konur, dolma gibi sarılır. Yumurta ve süt çırpılır, dolmalar bu karışıma batırılıp kızgın yağda nar gibi olana kadar kızartılır.
Diğer tarafta su ile toz şeker kaynatılır. Limon suyu ilave edilir. Bir iki dakika daha kaynatıldıktan sonra ılınmaya bırakılır. Kızaran kadayıf dolmaları sıcak sıcak ılık şerbetin içine atılır ve şerbeti çekmesi için biraz bekletilir.
Üzerine kaymak ve dövülmüş ceviz ile süslenerek servis edilir.

ÇAĞ KEBABI

Malzemeler:
1 kuzu budu (yağsız ve sinirsiz)
1 adet kuru soğan
100 gr. Yoğurt
tuz karabiber
lavaş ekmeği
domates
yeşil biber

Hazırlanışı: Yağı ve siniri ayıklanmış kuzu budundan parmak kalınlığında yapraklar kesilir. Yoğurt, tuz, karabiber ve yemeklik doğranmış soğan karıştırılır ve etler hazırlanan bu terbiyenin içinde bir gün bekletilir. Terbiyelenen yaprak halindeki etler şişe takılır ve yatay haldeyken ateşte çevire çevire kızartılır. Pişen kısımlardan dönerde olduğu gibi ince bir tabaka şeklinde parçalar kesilir ve Çağ kebabına mahsus küçük şişlere takılarak lavaş ekmeğinin üzerinde servis edilir. Ateşte pişmiş biber, domates ve kuru soğan ile süslenir.

KALELER-CAMİİLER














Kaleler

Avnik Kalesi
Bardız Kalesi
Erzurum Kalesi
Hasankale
Hınıs Kalesi
İspir Kalesi ve Camii
Micingird Kalesi
Oltu Kalesi
Tortum Kalesi
Üngüzek Kalesi
Zuvans Kalesi

Cami ve Mescitler

Ali ağa (Gürcü Kapısı) Camii
Bakırcı Camii
Boyahane Camii
Caferiye Camii
Cennet Zade Camii
Derviş Ağa Camii
Emir Şeyh Camii
Gümrük Camii
İbrahimpaşa Camii
Kurşunlu Camii
Lala Mustafa Paşa Camii
Murat Paşa Camii
Narmanlı Camii
Pervizoğlu Camii
Şeyhler Camii
Ulu Camii(Atabey Camii)

ERZURUM

Erzurum'un bilinen ilk adı Doğu Roma (Bizans) İmparatoru II. Theodosios'a (408–450) izafe edilen Theodosiopolis'ti. Şimdiki Erzurum'un yerinde kurulmuştu. IV. asır sonuna doğru Roma imparatorluğu sınırları içine alınmış ve 415 tarihinde Theodosios'un emriyle Şark Orduları Kumandanı Anatolius tarafından kurulmuştur. Urfalı Mateos' a göre bu şehir Garin mıntıkasında Fırat'ın kaynağına yakın bir yerde bulunuyordu. Belazurî. Bölgeye hâkim olan Ermenyakos'un ölümü üzerine yerine geçen Kali adlı karısı tarafından kurulduğu için Araplarda Kalikala (Kali'nin ihsanı) adını vermişlerdir.

Erzurum Şehri tarih boyunca aşağıdaki isimleri taşımıştır:
1-Karanilis - Karanitide - Garin - Karin - Kalak - Karun - Kalak (Yunan, Bizans, Roma kaynaklarında, Ermeni ve Gürcü tarihlerinde)
2-Theodosiopolis (Bizans Dönemi)3-Kali-Kala (Kali/Han-Şehri) (İslam kaynaklarında)
4-Arzan - Arzen - Artze (Şimdiki "Karaarz - Karaz" yerinde) (Selçuklu fethi sırasında)
5-Erzen - Rum / Erzen-ir-rüm ve Erzurum (Selçuklu, İlhanlı, Akkoyunlu, Osmanlı çağlarında)

ILICA SÖĞÜTLÜ KÖYÜ BALIKLI GÖLÜ EFSANESİ


Erzurum Ilıca ilçesi güneyinde ilçeye yakın 5-6 km uzaklıkta Söğütlü Köy’ünde Balıklı bir göl vardır.
Bu gölde Anadolu’nun fethi sırasında buradaki Türk Akıncılarının savaşta su içerken arkalarından vurularak şehit oldukları ve Allah tarafından balık oldukları söylenmektedir.Bir gün, köyden bir adam gölde tuttuğu balıkları eve getirir ve karısına balıkları kızartmasını söyler. Söyler ama bu balıklar balık değil balık gibi görünseler bile her biri Allah tarafından balığa çevrilen şehit akıncılar. Kadın balıkları tavaya koyar ve kızarmaya başladığında, kızaran balıklar tavadan kaybolur.
Adam ve karısı gördükleri durum karşısında hayrete düşerler ve kendilerini korkudan dışarıya atarlar ve göle kadar giderler.Kızartmaya çalıştıkları balıklar sırtları kızarık şekilde gölde yüzmektedirler. O günden sonra bu balıklar kutsal sayılır ve hiç kimse bu gölden balık tutmaz. Göldeki balıkların her birinin muhtelif yerleri yanık gibidir. Bunun tavadaki kızarıklıktan ileri geldiği söylenir.

17 Haziran 2007 Pazar

IGUACU SELALELERİ


1.320 km uzunluğunda Güney Amerika'da bir nehirdir.

İsmi Yguazu kelimesinden (Guarani dilinde Büyük Su) gelir.

İki farklı nehrin (Irai ve Atuba) Curitiba şehri yakınlarında birleşmesinden oluşur. Parana
nehrine dökülmeden önceki son kilometrelerinde Arjantin(Misiones eyaleti) ile Brezilya (Parana eyaleti) arasında sınır oluşturur.
Parana Nehri'ne döküldüğü yerin yakınlarında, Brezilya tarafında Foz do Iguaçu,
Arjantin tarafında ise Puerto Iguazu şehirleri bulunur. İki şehir de nehri geçen bir köprü ile birbirlerine bağlıdır.
Iguaçu'nun en ünlü özelliği, nehrin döküldüğü yerin birkaç kilometre öncesindeki şelaleleridir.
Şelaleler de aynı şekilde tam sınırda bulunur.
Büyük kısmı, görkemli "Şeytan Gırtlağı" 'na geçiş imkanının da bulunduğu Arjantin kısmındadır. Ama insan, şelalelerin etkisini Brezilya tarafından daha iyi hisseder.Toplam genişliği 2700 m olan Igaçu Şelaleleri'nde, ortalama 1.700 m³/s, uzun yağışlardan sonra ise 7.000 m³/s su, iki basamak halinde 75 metreden dökülür.
Bu doğa güzelliğini, Álvar Núñez Cabeza de Vaca 1542
yılında keşfetmiştir. Eleanor Roosevelt bu nefes kesici doğa mucizesine baktığında, ağzından şu iki kelime dökülmüş: "Poor Niagara" (zavallı Niagara)
Her iki tarafı da kapsayan milli park 1984
yılında UNESCO tarafından "Dünya mirası" listesine alınmıştır. Turizm sebebi ile lokal anlamda çok önemli bir ekonomik rol oynar.

15 Haziran 2007 Cuma

NAZAR BONCUĞU



İnsanı kötü gözlerden koruduğuna inanılan mavi renk ağırlıklı olmak üzere renkli boncuk.
Nazar boncuğu inancı İslamiyet öncesi Türk geleneklerinden kalmadır.

Genelde nazar boncukları göz şeklinde olur. Göze aynı zamanda boncuk da denmektedir. Bu bağlamda bakıldığında kişinin dünyaya açılan penceresi gözdür ve göz her türlü, iyi ve kötü, düşüncelerin ilk çıkış noktası olarak kabul edilir. Bu yüzden bakışlardan, kötü gözlerden korunmak amacıyla emici özelliği olduğuna inanılan mavi renkli taşlar eskiden beri kullanıla gelmiştir. Ve son halini günümüzdeki çeşit çeşit nazar boncukları olarak almıştır.

Şu an, gerek inanç gerek gelenek, gerekse de süs eşyası olarak pek çok kişi nazar boncuğunu günlük yaşantısında çok sık kullandığı yerlerde bulundurmaktadır.

ZEUS HEYKELİ

M.Ö. 450 yıllarında, adına olimpiyat oyunları düzenlenen Tanrıların kralı ZEUS için, Olimpiyatlar'a ismini veren Olimpia'da yapılmıştır. Zeus Heykeli, Partenon'un içinde yapılmıştır. Heykelin oturduğu taban 6,5m. genişliğinde ve 1m. yüksekliğinde, heykelin kendisi ise 13m. yüksekliğindeydi.


Heykelin derisi fildişinden, sakalı, saçları ve elbisesi altındandı. Tasarım, bir ahşap çerçeveye altın ve fildişi levhaların tutturulmasıyla yapılmıştı. Olimpos'un havası çok fazla nemliydi. Bu yüzden fildişi levhaların çatlamaması için tapınağın altındaki özel bir havuzda bulundurulan bir yağ ile sürekli yağlanıyordu.

Olimpiyat oyunları 391 yılında Theodosius I tarafından putperestlik olarak değerlendirilip sona erdirilince, Zeus Tapınağı da kapatıldı. Heykel, zengin Yunanlılar tarafından Constantinople’ye taşınmıştı ve 462 yılındaki büyük yangında yok olana dek orada kaldı. Bugün temelleri, birkaç yıkılmış kolon ve enkaz tüm kalıntılarıdır.

14 Haziran 2007 Perşembe

TAC MAHAL

Tac Mahal, Hindistan Türk İmparatorluğu'nun Timuroğulları hanedanının 5. hükümdarı Şah Cihan (1593-1666) tarafından, imparatorluğun o zamanki başkenti olan Hindistan'ın Agra şehrinde, Yamuna Nehri'nin kıyısında yaptırılmış bir anıt mezardır. Dünyada aşk için dikilmiş en büyük ve en güzel anıt olarak kabul edilen bu türbe, Şah Cihan'ın büyük bir aşkla sevdiği eşi Arcümend Banu'nun (Mümtaz Banu) ölümü üzerine, onun hatırasına yaptırılmıştır. 1630'da inşaasına başlanan eser, 22 yıl sonra 1652'de tamamlanmıştır.

Tac Mahal'in yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılmıştır. Aynı mermerden yapılan ve yerden yüksekliği 82 metre olan kubbe, Mimar İsmail Efendi tarafından yapılmıştır. Kubbe üzerinde altınlı bir alem vardır. Türbenin beyaz mermerden 4 minaresi bulunur. Anıtın dört yanına Hattat İsmail Efendi tarafından Yasin suresinin tamamı yazılmıştır.
Mümtaz Mahal ve Şah Cihan'ın sandukaları üst katta, kubbenin altındadır. Sandukaların bulunduğu yerdeki kubbede insan ağzından çıkan her ses 7 kez yankılanacak şekilde bir akustiğe sahiptir. Şahın ve eşinin asıl lahitleri ise en alt katta bulunmaktadır.
Tac Mahal'in yüzbinlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci vardır.
Romantik görünüşü ile herkesi büyüleyen, Doğulu Batılı birçok ünlü yazar ve şaire ilham kaynağı olan Tac Mahal, mehtaplı gecelerde bile aydan daha parlak görünür. 1966 Hint-Pakistan Savaşında, Pakistan savaş uçaklarına yol gösterici bir parıltı olmaması için, Hint hükümeti tarafından kubbesi siyah bir çadırla örtülmek zorunda kalınmıştır.

13 Haziran 2007 Çarşamba

RODOS HEYKELİ

Rodos'un ilk sakinleri olan Dor'lar, Argos'tan gelen denizci bir kavimdi ve güneş ilahı olan Helios'a taparlardı. Dor'lar Rodos'ta en parlak devrini M.Ö. 3. asırda yaşayan bir medeniyet kurdular. Mısır ve Fenike'nin ürünlerini alıp satarak zengin oldular. Adayı kültür-sanat merkezi, güzel konuşma ve felsefe okulu haline getirdiler.

Dor'lar, Makedonya Kralı Demetrios'la yaptıkları bir savaşı kazandıktan sonra, zafer anıtı olarak ve ilahları Helios'a şükran borçlarını ödemek için, Rodos limanının girişine büyük bir Helios heykeli yaptılar. M.Ö.281-280 yılında yapılan 32 metre yüksekliğindeki bu tunç heykel, elinde bir meşale tutuyordu. Rodoslular bu heykelin kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlardı. Bu nedenle her yıl "Helicia" denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir arabayı denize atarlardı. İnanışlarına göre, Helios böyle bir arabayla dünyayı dolaşarak insanları gözetlerdi.

Rodos heykeli ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş ve M.Ö. 223 yılında bir depremde yıkılmıştır. Rodos Kolossosu da denilen bu anıtın heykeltıraşı Lindos'lu Khares'ti.

"Ey Güneş! Senin için Rodoslu Dorian halkı bu bronz heykeli Olympos'a ulaştırmak için, savaş dalgalarını uzaklaştırmanı ve kenti taçlandırmanı dileyerek yaptı. Kentimiz, yağmadan uzak kalsın. Sadece denizler değil, karalar da özgürlük meşalesinin ışığından yoksun kalmasın" (Heykelin ithaf yazısından)

12 Haziran 2007 Salı

BABİL'İN ASMA BAHÇELERİ

M.Ö. 450'li yıllarda tarihçi Herodot "Babil, yeryüzünde bilinen bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar." demiştir. Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru yükseliyordu.


Coğrafyacı Strabo'nun 1. yüzyıldaki tanımına göre: "Bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu".

Milattan önce 7. yüzyılda Babilonya kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Söylentiye göre Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis Medes kralının kızıdır.
Söylentiye göre Mezopotamya'nın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır.

Babil'in asma bahçelerinin günümüze gelen kesin izleri yoktur. Fakat, bölgede araştırma yapan arkeologlar, Babil'deki sarayın kuzeydoğusunda görünüşü garip olan temel ve tonozlar buldular. Bunların Babil'in Asma Bahçeleri'ne ait olduğu düşünülmektedir. Babil'in Asma Bahçeleri, klasik yazarlar tarafından ayrıntılı bir şekilde tanımlanmıştır. Günümüzde bu tanımlara göre çizilen resimler bulunmaktadır. Küçükken sandığımız gibi bu efsanevi bahçeler bir yerlere asılı fidan değil, sadece sütunlarla desteklenen taraçalar üzerinde kurulmuştur.

İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, M.S. 5 ve 6.yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir. Bu şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20. yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir.

ÇİN SEDDİ

Uzaydan bakıldığında ince, uzun bir dere gibi görülebilen, insan eliyle yapılmış tek eser olan ve dünyanın “7 Harikası”ndan biri olarak adlandırılan Çin Seddi, Çin'in kuzeybatısı boyunca uzanan dünyanın en uzun savunma duvardır.

Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır.
Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder.

Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 10.000 kilometreyi bulur. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 3.000 kilometrelik settir. Ancak asıl inşaat, M.Ö.221 ile M.S.608 yılları arasında yapılmıştır.
Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Sanılanın aksine Çin seddinin tamamı tuğlalardan oluşmaz. Bazı yerleri çok zayıf, kuvvetsiz maddelerden(kum, kerpiç) yapılmıştır ve bu duvarlar çok kısadır. Bu zayıf duvarların amacı devleti saldırılardan korumak değil kaçak düşmanı yavaşlatmaktır. Genellikle duvarın yüksekliği 7-10 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Kalın olan yerlerin üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Kalın duvarlar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya imkan verecek şekilde birkaç sıra halinde yapılmıştır.

Günümüzde, Çin Seddi'nin askeri işlevi kalmamasına rağmen, kendine özgü mimari güzelliği, herkes tarafından hayranlıkla karşılanır. Çok muhteşem ve görkemli olan Çin Seddi, kuş bakışıyla, uçan büyük bir ejderha gibi görünür. Yakından bakıldığında, görkemli kuleleri, dimdik merdivenleri ve dağ sırtında uzanan dalga şeklindeki yüksek duvarlarıyla, büyük sanatsal cazibe sergiler.
Çin Seddi, çok büyük tarihi ve kültürel önem taşır ve yüksek turizm değerine sahiptir. Çin'de şöyle bir söz vardır: "Çin Seddi'ne çıkmayanlar, gerçek adam sayılmaz". Çinli ve yabancı turistler, de Çin Seddi'ne çıkmış olmaktan gurur duyarlar.
Çin'i ziyaret eden birçok yabancı ülke lideri, Çin Seddi'ne çıkmıştır.

Çin Seddi'nin iyi korunan bölümlerinden Beijing'deki tanınmış Badaling, Simatai ve Mutianyu, Çin Seddi'nin doğu ucundaki "Çin'deki Birinci Geçit" olarak adlandırılan Shanhai Geçidi, batı ucundaki Gansu eyaletindeki Jiayu Geçidi, tanınmış turistik yerler haline gelmiştir. Her yıl binlerce turist buralara gelir.