11 Ocak 2008 Cuma

DIDYMAION



Milat’tan önceki yıllarda yaşayan insanlar büyü, fal gibi şeylere çok inanırlardı. Bu inançları onların yaşamlarını yönlendiren en büyük faktördü.
Dinsel duyarlılıkları karışık ve değişikti. Kendilerince her yararlı ve güzel şeyin ayrı bir tanrısı olduğu var sayılırdı. Örneğin; Deniz Tanrısı Poseiden, aşk tanrısı Eros, Şarap Tanrısı Baküs “Dionysos”, Işık ve Güneş Tanrısı Apollon gibi.

Bu inançtaki insanlar genel olarak Ege Denizi çevresinde yaşıyorlardı. O günkü koşullarda ticaret ve kültürde, sanatta bir hayli gelişmişlerdi.
Ulaşım kolaylıkları gereği denize yakın yerlerde Truva, Bergama, Efes, Priyon, Milet gibi büyük şehirler kurmuşlardı.

Didim’deki Apollon Mabedi de 20 km kuzeydeki Milet şehri ile diğer yöre halklarının geleceklerini öğrenme ve dertlerine çare bulma isteklerini karşılamak için yapılmıştır.

Ionya’nın en büyük kenti Milet’in Didim’de kurduğu Apollon Tapınağına “DİDİYMEİON” denirdi. İlk çağ yazarları bu adın kaynağını tam olarak veremiyorlar. Ama “İkiz Tapınak, ya da İkizler Tapınağı anlamına gelen bu ad iki dorukta bir dağdan veya tanrı Apollon’un sevdiği ikizlerden gelmelidir.” diyenler var. Nitekim, o çağlarda, şimdi “Tek Ağaç” muhiti diye anılan yerde bulunan birbirine paralel iki Tepeye “Didymeion” denildiğini Fransız tarihçi Charles Texsier belirtiyor.

Arkaik devre ait olan bu eski Apollon Mabedi bir çok hükümdar, hatta Lidya Kralı Krezüz tarafından ziyaret edilmişti. Perslerin M.Ö. V. Yüzyılda Anadolu’da yaptıkları saldırılar sonunda Dara “DARİUS” bu tapınağı şehriyle birlikte yıkmış ve içerisinde bulunan bronz Apollon heykelini bir çok esirle götürmüştü. Bu saldırı ve yıkımdan sonra yaklaşık 150 – 180 yıl harap ve terkedilmiş bir halde kalan mabed, Büyük İskender’in Pers’lere karşı zaferinden sonra bu gün gördüğümüz şekilde yeniden yapılmaya başlanmıştı.
Yapım işi çok büyük çapta tutulur. Mimar olarak Efes’te yanan Artemis Mabedi’ni yeniden yapan Panienie Mileti Dephnis görevlendirilir. Tapınak bitince dünyanın sekizinci harikası olacaktır. Yapım işi uzun yıllar sürer ve bu arada Milet’in hazinesini de bir hayli sarsar. Hatta mabedin inşaatında çalışan usta ve işçiler ücretlerini alamadıkları gerekçesiyle bir süre çalışmazlar. Bir anlamda tarihin ilk grevi gerçekleşir. Bu konu ile ilgili yazılı belgeler Milet’te son yıllarda yapılan kazılarda bulunmuştur.

Bütün bu zorluklara rağmen mabedin yapımı M.S. II. Yüzyıl ortalarına kadar sürdürülmeye çalışılmıştır. Ama ne varki aradan geçen yüzyıllar içinde nesillerle birlikte inançlar da doğal olarak değişmiş, örneğin, İsa’nın ilan ettiği Hiristiyanlık dini Didim’deki halk tarafından da benimsenmişti. Dolayısıyla Tanrı Apollon unutulmuş ve onun adına yapımı sürdürülmeye çalışılan mabet de eski önemini yitirmişti. İnşaat Roma krallarının gayretlerine rağmen bitirilemeden yarım bırakılmıştır. Duvarlarının bir kısmına son işçiliğinin yapılması, bazı taşların traş edilmemesi, güneşli tarafta görülen yüksek tek sütunun yevsiz oluşu bunu belirtmektedir.Didim – Didyma Mabedi düzgün en uygun bir alan üzerine inşa edilmiştir. Temellerinde depreme karşı dayanıklı ızgara plan uygulanmış, çevresine 124 sütun konulması (çatıyı tutması için) düşünülmüştür. Sütunların yüksekliği 19,4 metredir.

Mabedin en ilgi çeken tarafı 1,45 metre eşik bulunan anıtsal kapısıdır. Sağında, solunda ve tabanın’da 7 şer metre uzunluğunda ve yaklaşık 60 ton ağırlığında tek parça mermer bloklarla çevrelenmiş bu dev eşik mimari bir zorunluluktan ötürü yapılmış değildir. Bunda o zamanki, dini görüşün oldukça rolü vardı. Çağın inanışına göre ibadete gelen halk mabedlerin içerisine giremezler, önündeki sunağın çevresinde toplanırlardı. Ancak Rahipler ve Apollon kültürü ile ilgili kahinler mabede girerlerdi.
M.S. XV. Yüzyılın bitimine doğru meydana gelen bir deprem ve yangınlar mabedi çok büyük ölçüde tahrip etmiş ve yıkmıştır.

Yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda varlığı bilinen “Mukaddes Yol”un kalıntıları gün ışığına çıkartılmıştır.
Bu mukaddes yol tapınakla, bu günkü Mavişehir’in bulunduğu yerdeki Panormas limanı arasındadır. Dua ve bir takım istekleri için gelenler Panormos Limanında karaya inerler ve 4 km. çevresi aslan ve Branhid heykelleriyle süslü mermer Mukaddes Yolu yürüyerek Tapınağa varırlardı.

Son yıllarda Altınkum sahil yerleşiminin sınırlarını alabildiğince genişleterek sıkıştırdığı Didyma Apollon Tapınağı’nı ziyaret edenlerin, bir zamanlar ücra bir köşede kalmış bu yerin o zamanki güzelliğini tahayyül edebilmeleri neredeyse mümkün değildir. Son zamanlarda resmi makamlar tarafından “Eski Görkemiyle” yeniden ayağa kaldırılması talep edilen Apollon Tapınağı ve yakın çevresi, başka hiçbir yerle karşılaştırılamayacak kadar etkileyicidir. Çünkü başlangıçta Königlich Preussischen Museen zu Berlin adına Theodor Wiegand daha sonra Martin Schede ve 1972 yılından itibaren de uzun süre Klaus Tuchelt yönetiminde yapılan kazılarda, milattan önce 4 üncü yüzyılda öncüleri örnek alınarak başlanmış olan ve Büyük İskender tarafından da desteklenen, devasa mimarinin faniliğini gösteren yıkık durumdaki sütun tamburlarıyla bu tapınak dışında, Artemis Kutsal Alanı ve Kutsal Alanın ziyaretçileri için çeşitli yapılar araştırılmıştır. Bu bağlamda önemli ticaret merkezi Milet ile Didyma’yı Arkaik dönemden beri birleştiren kutsal cadde de araştırılmıştır. 26 kilometrelik bu tören yolu, büyük heykellerle donatılmış dinlenme durakları tarafından bölümlere ayrılıyordu ve imparatorluk döneminden beri en azından son kısmı özenli taş döşeliydi ve sütunlu galerileri vardı. Şimdiye kadar ancak bir kısmı bilinen bu kutsal alan, bir kent gibi programlı oluşturulmuş bir bütün olarak algılanmalıdır.

19.yüzyılın sonlarında tapınağın hemen yukarısında, genellikle tapınak malzemelerinin kullanıldığı ve yalnız terkedilmiş büyük kilisesi günümüze ulaşmış ve halkı Rumlardan oluşan bir köy vardı. Örenyerinin en yüksek noktası, böyle yerleşimler için karakteristik olan ve tapınağın devasa parçalarının yanında son derece narin duran bir yel değirmeni için en uygun yerdi.

19.Yüzyıl boyunca İngiliz ve Fransız araştırmacılarının birkaç kez giriştikleri kazılara rağmen, daha önce kimsenin tasavvur edemediği bu devasa yapının boyutları ancak 1906 yılından sonra büyük teknik zorluklarla gerçekleştirilen kazılarla ortaya çıkmıştır. Ayrıca, 1979 yılında keşfedilen duvarların yüzeyine çizili ayrıntılı planların ortaya çıkması da büyük heyecan uyandırmıştır.

2003 yılında Andreas Furtwangler yönetiminde başlayan çalışmalar, kutsal alanın erken dönemlerinin anlaşılmasına yönelik olup, aynı zamanda eserlerin ortaya çıkartılmasından hemen sonra onarım ve yeniden ayağa kaldırma çalışmaları sürdürülmektedir. Ayrıca var olan mimari parçaları korumak ve tapınağın etkileyici görünümünü muhafaza etmek için yangınlardan zarar gören mermer parçaların özenle onarılıp çok zaman gerektiren ince çalışmalarla emniyete alınması sürdürülmektedir.

10 Ocak 2008 Perşembe

ANTİK YUNAN




Antik Yunanistan, bugünkü Yunanistan toprakları ve çevresinde yaklaşık 1000 yıl süren ve hristiyanlığın güç kazanmaya başlaması sonucu ışıltısını kaybetmeye başlayan tarihî bir dönemdir.

Balkanlar'a göç eden Yunan kabilelerin kurmuş olduğu Yunan şehir devletleri demokrasinin ilk temellerinin atıldığı yerlerdir. Eshilos, Aristofanes, Evripides, Sofokles, Aristo, Eflatun, Sokrates, Heredot ve Ksenofon gibi büyük filozofların yetiştiği Atina, Sparta, Tebai ve Nakşa gibi büyük şehirler gerek birbirleriyle gerek o dönemin en önemli güçlerinden biri olan Persler ile üstünlük mücadelelerine girmişlerdir.

Antik Yunan uygarlığının zirveye çıktığı, en çok geliştiği dönemler İskender yönetiminde olmuştur. Yunan kültürü içinde bir eğitim almış olan İskender, babası Filip'in ölmeden önce hazırlamış olduğu ortamı kaybetmemiş, Antik Yunan kültürünü batıda Makedonya'dan doğuda Hindistan'a, kuzeyde Fergana'dan güneyde Mısır çöllerine kadar yaymıştır.

Çok tanrılı din inancının hâkim olduğu, toplumun sınıflara ayrıldığı, tiyatro ve mimarinin o dönemdeki en büyük eserlerinin verildiği Antik Yunan medeniyetinin gelişimi Augustu Caesar'ın M.Ö. 27 yılında Yunanistan'ı Achaea eyaleti olarak Roma İmparatorluğu'na bağlaması ile durmuştur. Fakat yine de Antik Yunan kültürü batı medeniyetlerinin temeli olarak kabul edilir.
Yunan kültür ve uygarlığının, Avrupa'nın birçok yerinde hüküm sürüp kendinden izler bırakmış Roma İmparatorluğu üzerinde çok büyük etkisi vardır. 14. ve 16.yüzyıllar arasında Avrupa'yı etkisi altına alan Rönesans hareketinin ve Neo-Klasik canlanmanın üzerinde Antik Yunan medeniyetinin büyük izleri görülür.

8 Ocak 2008 Salı

DEVE GÜREŞLERİ


Deve Güreşlerinin tarihi 19. yy başlarına kadar uzanmaktadır. O tarihlerde İzmir yönünden gelen kervanlar eski adı Karapınar olarak bilinen yeni adı ise İncirliova olan ilçede konaklamaktaydı. Bu konaklama esnasında deve yavruları (dorumlar) kendi aralarında oynarlardı. Kervanda yük bulamayan boşta kalan develerin birbirleriyle güreştiklerini gören deve sahipleri develerin bu hareketlerine ilgi duyup deve güreşlerini organize etmeye başlamışlar ve bu oyunları gelenek haline getirmişlerdir. İlk zamanlarda şahıslar arasında iddia yoluyla yapılan deve güreşleri zamanla genişleyerek zamanla toplumsal bir eğlence halin gelmiştir.

Aydın’ın İncirliova ilçesinde başlamış ve yaklaşık 200 yıldır ocak ayının ilk Pazar günü yapılmaktadır. Deve güreşlerinin amacı toplumsal dayanışma, topluma yararlı temel hizmet kuruluşlarının yapıtlarının çoğaltılması, korunması ve çoğaltılmasında büyük rol oynamaktadır. Bu organizasyonlarda elde edilen tüm gelirler kamu ve toplum kuruluşlarına aktarılmaktadır.

Güreşler ayak, orta, başaltı ve baş olmak üzere dört kategori altında toplanmaktadır. Her deve kendi kategorisinde güreşmek zorundadır. Güreş develeri Buhur adı verilen çift hörgüçlü erkek deveyle tek hörgüçlü yoz dişi devenin çiftleşmesinden meydana gelen erkek devedir. Bu develere Tülü adı verilir.Tülü adı verilen güreş develeri yaz ve sonbahar aylarında arpa, burçak,üzüm ve yulaf gibi kuvvetli besinlerle beslenip kış aylarına doğru kızmaya başlarlar. Kızmalarının sebebi ise dişilerini diğer erkek develerden kıskanmalarından kaynaklanmaktadır. Develerin kızmaya başlamasından sonra güreşler başlar ve Aralık, Ocak, Şubat, ve mart ayının sonuna kadar devam eder. Deve güreşlerinden bir gün önceki gece tanışmak dostlukları geliştirmek için Halı Gecesi adı verilen gece düzenlenir. Halı gecelerine sanatçılar eserleriyle yer alırken ayrıca yöresel oyunlar oynanır ve gelen misafirler ağırlanır. Açık arttırma ile halılar satışa çıkartılır. Güreşlerde güreşi idare eden bir orta hakem, neticeleri belirleyen 4 kişilik masa hakemleri, 10’ar kişiden oluşan müteşekkirler, 2 grup halinde bulunan develeri ayıran urgancılar, develerin ağızlarını bağlayan 3-4 kişilik ağız bağcıları vardır. Güreşler davul ve zurna eşliğinde yapılır. Sağ taraftan güreşen develere sağcı sol taraftan güreşen develere solcu adı verilir. Karşılıklı güreş esnasında her iki devenin birbirlerinin ayaklarına kenetlemesine çengel, rakibinin ayaklarına ağzı ve dişleriyle vurmasına tekci, rakibini göğsünün altına alarak bastırmasına bağcı denir.