19 Eylül 2007 Çarşamba

HANGZHOU



Zhejiang eyaletinin başkenti olan Hangzhou, aynı zamanda eyaletin politika, ekonomi ve kültürel merkezi. Çok sayıda doğal harikasıyla ve kültürel mirasıyla Hangzhou, Çin'in en önemli turistik yerlerinden biri.

Şehrin güney sınırını Büyük Kanal oluşturuyor ve Çin'in güneyindeki Qiantang nehrine katılıyor. Bu katılım harika Yangtze deltasını oluşturmuş. Hangzhou astropikal muson iklimine sahip ve burada 4 mevsim yaşanıyor. Buna karşın yazın sıcak kışın çok soğuk dönemler oluyor.

Batı Gölü şüphesiz Hangzhou'nun en güzel yerlerinden biri. Doğal harikaları, manzarası, tarihi kalıntıları ve kültürel mirasıyla ünlü bir yer. Manzaralı alanda Solitary Tepesi, General Yue Fei Mozolesi, Six Harmonies Pagoda ve Yin Tapınağı bulunuyor.
'Batı Gölünün 10 Görünümü' ziyaretçiler için özel olarak seçilmiş manzara göl, dağ ve anıt görünümleri sunuyor.
Hangzhou'da çok sayıda ulusal müze kurulmuş. Müzeler Çin kültürünün tanıtımını sağlıyor. Mesela Ulusal İpek Müzesi ve Çay Müzesi, Hangzhou'daki diğer müzelere oranla cezbedici ve geleneksel Çin kültürünü daha iyi tanıtıyor. Seyahatinizin en önemli kısımlarından birini yerel tatlar oluşturuyor. Hangzhou yemekleri, hazırlanışı, pişirilişi ve sunumu açısından sofistike bir tada sahip. Çok sayıda yerel spesiyale ve kültürel deneyime sahip Hangzhou kültürel bir deneyim kazandırır.

The Solitary Tepesi Adası:
Outer Gölü ile Kuzey İç Gölü, inanılmaz manzarasıyla çok güzel bir yer. Oytu ve heykel sanatının yanı sıra Budizm'e de ilgi duyuyorsanız, Fei Lai Feng ve Ling Yin Tapınağı görülmeye değer. Tam yanlarında da General Yue Fei Mozolesi bulunuyor. Tapınakları gezmişken burayı da ihmal etmeyin. Bu binalar gölün çevresinde bulunuyor ve Six Harmonies Pagoda'da bu yapılara eşsiz bir doğal güzellik sağlıyor.

Ulusal İpek Müzesi-Ulusal Çay Müzesi:
Hiçbir ziyaretçi Batı Gölü ve Hangzhou'da şehrin en meşhur ürünleri olan ipek ve Longjin Çayını öğrenmeden gitmez. Ulusal İpek Müzesi ilk ulusal Çin müzesi ve ipek kültürü hakkında dünyadaki en geniş olanaklı müze.
Çay üzerine benzer bir müze ise Ulusal Çay Müzesi. Burada Çin çayının tarihini ve özelliklerini öğrenebilirsiniz.

Qiantang Nehri:
Hangzhou'daki bir başka doğa harikası ise Qiantang Nehri. Yılda ortalama milyonlarca insan buranın doğa güzelliklerim görmek için geliyor. Suyun coşkusu, sesi ve manzarası gerçekten görülmeli. Grand Kanal: Bir mühendislik harikası olan Grand Kanalda görülmesi gereken bir başka yer. Hangzhou ile Beijing'in kuzeyi ile bağlantı kuran kanal, Çin'in insan emeğiyle yapılmış en uzun kanalı. Kanal'da sandalla gezerek panoramik manzaraları ve nehrin kenarında bulunan klasik Çin kasabalarını, eski çağlardan kalan evleri, taş köprüleri ve tarihi kalıntıları görebilirsiniz.

www.sinoturkish.com

ÇİN MİLLİ ÇİÇEĞİ-Peony


Çin’in resmi olarak ilan edilmiş milli bir çiçeği yok, ama ‘peony ağacı’ Çin’in en çok sevilen, en ünlü çiçeği olarak değerlendirilebilir. Peony ağacı/çiçeği(Çincesi ‘mudan’) 1994’te Çin’de yapılan oylama sonucu en çok oyu alarak Çin’in milli çiçeği olarak kabul edilmiştir.

Her sene ilkbaharda (Nisan 15–25) Henan eyaletinin Luoyang şehrinde 10 gün süren Peony festivali ve sergisi düzenlenmektedir. Luoyang’da yetiştirilen 600 çeşit Peony’nin yanı sıra denizaşırı bölgelerden gelen peony çeşitleri de sergilenmektedir. Bunun yanı sıra Çin’deki çoğu şehirde peonynin de sergilendiği birçok festival düzenlenmektedir.


PEKİN

Çin uygarlığı Sarı nehrin oluşturduğu büyük balçık ovasında doğdu. Çinli çiftçileri erken çağlarda batı yaylasına çeken bu bereketli topraklardı. Ancak iklimin giderek kuraklaşması, köylülerin bu topraklara yerleşmesini sınırladı. Her ne kadar ülke doğal koşullar açısından çeşitlilik gösterse de ülkenin birliği, tarımsal yaşama bağlı bir toplumsal düzen sayesinde sağlandı.

Eski Çin tarihçileri tarihlerinin başlangıcını çok eski çağlarda egemen oldukları öne sürülen hükümdarlara dek götürürler, bu hükümdarları birçok yeni teknik ve kurumu yaratan bilge kişiler olarak gösterirlerdi.

Fuşi kehaneti, Şınnong tarımı, Huangdi tekniği, Yao ve Şun hükümet yönetimini icad etmişlerdi. Konfuçiusçulara göre adı anılmaya değer ilk krallar üçü de bilgelik örneği olan Yao, Şun ve Yü'dür.
İ.Ö. 221'den başlayarak en doğudaki ülke Çin'in Çin Beyi tarafından fethedilmesiyle Çin'in derebeylik sistemi çözülmeye yüz tuttu.

Çin Beyi kendini birinci imparator ilan etti (Şi Huangdi). İmparatorluğun başkenti Şaanşi'de, Şi'an yakınındaki Şienyang oldu. Şiongnular'ın sızmalarının durdurmak için imparator kuzey-batı sınırına kadar uzanan ve 2000 km'yi aşan Çin Seddi'nin yapılmasını emretti. (Çin seddi kuzey devletleri tarafından bölüm bölüm inşa ettirilen dev bir yaoıdır. Yüzyıllar boyu ülkenin kuzey sınırını meydana getiren Çin Seddi, Bohai körfezinden başlıyor, Huang Hı nehrine ulaşıyor ve Lancou'ya kadar nehri izledikten sonra, Gobi çölünün güney kıyısından batı yönüne dönmektedir.)
Bu dönemde bütün derebeylikler ortadan kaldırılmış, bütün yerel beyliklere son verilmiş, soylular sınıfı parçalanmış ve hiçbir hanedan değişikliğinden etkilenmeyecek merkeziyetçi bürokratik bir hükümet sistemi kurulmuştur.
Uzun bir süre ülkeyi etkisine alan bu yönetim zamanla değişikliklere maruz kaldı. Özellikle 1840 yıllarında Londra'nın misillemesi, köylülerin yoksulluğu bir iç bunalımı hazırladı ve Avrupalıların yayılması hasadın da kötü olmasıyla birlikte çabuklaştı.


1934-35 yıllarında ise Guomindang'ın milliyetçi kuvvetlerinin saldırısına uğrayan komünistlerin 'uzun yürüyüş'leri başladı. Guomindang'ın sol kanadı japon tehlikesine karşı komünistlerle bir ulusal uzlaşma istiyordu.

1 Ekim 1949'da Mao Zidong, Komünist partisinin iktidara geldiğini ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğunu Pekin'de ilan etti. Yeni rejimi yalnız sosyalist ülkeler, İngiltere ve İskandinav hükümetleri tanıdı. Böylece ilk temizlik, Mançuya'yı yöneten Gao Gang ve Şandong'u, Ciangsu'yu, Anhuei'yi, Ciciang'ı ve Fucien'i denetleyen Jao Juşi, yönetimden uzaklaştırılmasıyla gerçekleşti.

1966 yılı ise Çin'de kültür devrimi yılı olarak bilinmektedir. Devrimi görmemiş olan genç kuşakları yetştirme kampanyası yapıldı. Partinin içinde bir fırtına beklentisi vardı. Bir tarafta öğretiye bağlı kalmaktan yana olan Mao Zıdong, onun en sadık yoldaşı olarak bilinen Lın Biao ve Çın Boda bulunurken, karşı tarafta kimi üniversiteliler, başta belediye başkanı olan Pıng Cın olamk üzere Pekin belediyesi ve en önemlisi de devlet başkanı Liu Şaoçi ile ona bağlı olan devlet adamlarıydı. En sonunda, partinin Merkez komitesi, Kültür devriminin 16 ilkesini kabul etti.

9 Eylül 1976 yılında Mao öldü. 1983'te Ulusal halk meclisi Li Şiennien'i cumhurbaşkanlığına seçti. 1989'da Mihai Gorbaçov'un Pekin'i ziyaret etmesiyle, Çin-Rus ilişkileri düzeldi. Aynı ay içinde öğrenciler ve halk rejimin liberalleşmesi için ayaklandı. Olaylar üzerine Pekin'de sıkı yönetim ilan edildi. Ordu öğrencilerin muhalefetini ancak kan dökerek bastırabildi. Cao Ziyang görevden alınarak yerine Jiang Zemin getirildi. Binlerce kişi tutuklandı, birçok kişi idam edildi. 1990'da sıkıyönetim kaldırıldı.

Felsefe:
Çin düşünce tarihini üç akım belirler: yönetme sanatına esin kaynağı olan bir toplumsal ilişkiler kaynağı önerek konfuçiusçuluk; insansal ile tanrısalın birbirinden ayrılmadığı evrensel düzeni açıklamaya çalışan taoculuk; Çin'e İ.S. I. Yy.'da giren, çin düşüncesine metafizik ve dinsel bir boyut kazandıran, çinlileşirken de büyük değişikliklere uğrayan buddhacılık. Bu akımlardan her biri, öteki ikisini dışta bırakmak şöyle dursun, onlardan özgün öğeler almış ve öğretisini ya da öğretisinin etkinliğini zenginleştirmiştir.

Seçmecilik ve etkili olma kaygısı, Çin düşünce ve uygarlığının özgül yanlarını açığa vuran başlıca özelliklerdir. Pratik bir deneyimi dile getiren simgeler bakımından zengin olan Çince, soyut düşüncelerin açıklanmasına elverişli değildir. Tıpkı bunun gibi, bir bilgeliğin etkileyici değeri de, onun öğreti olarak dile getirilişinden çok daha üstündür.

Çin düşüncesine göre, insan ile doğa, birbirinin kökçe karşıtı değildir; her ikisi de aynı evrensel düzenden kaynaklanır ve insan, bu düzenin gerçekleşmesine etkin olarak katkıda bulunmalıdır. Söz konusu düşünürler daha çok, bu evrensel düzenin (dao) uyumunu korumaya yönelirler. Dao, hem düzen hem de ritimdir ve evrendeki tüm çevrimsel hareketin ilkeleri olan yin ile yang'ın sırayla ortaya çıkmasıyla gerçekleşir.

17 Eylül 2007 Pazartesi

KIRŞEHİR


Kırşehir, İç Anadolu Bölgesi'nin 13 ilinden biridir. 1941 yılında Ankarâ da toplanan l. Coğrafya Kongresi'nde bu bölgeye ve bölgenin Orta Kızılırmak Bölümü'ne alındı.

Kırşehir doğu ve güneydoğuda Nevşehir, güneyde Aksaray, batı ve kuzeybatıda Kınkkale, kuzeydoğu ve doğuda Yozgat, batıda Ankara ile çevrilidir.

Kırşehir ve çevresinde yapılan araştırmalar ilin tarihinin, Eski Tunç Çağı'na (M.Ö. 3000-2000) kadar uzandığını göstermektedir. Daha sonra Hititler, Frigler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu ve Osmanlılar yörede hüküm sürmüştür.

Yüzyıllarca Anadolu'nun ticari ve ekonomik hayatında büyük rol oynamış olan Ahilik, 13.yy.'da Kırşehir'de kurulmuştur. Bir esnaf örgütü olan Ahiliğin temeli doğruluk, karşılıklı yardımlaşma ve saygıya dayanmaktadır.

TARİHİNDE KIRŞEHİR

Kırşehir medeniyetin beşiği olan Anadolu nun ortalarında yer almaktadır. Çok önemli bir konuma sahip olması sebebiyle başlangıçtan günümüze çok önemli kültürlerin yaşandığı yer olmuştur.

Kırşehir sınırları içerisinde yüzü aşkın höyük ve düz yerleşim alanlarında yapılan yüzey araştırmalarında hemen hemen Kırşehir Bölgesinin bütününe yayılmış olara Tunç Dönemi ne ait kalıntılara rastlanmıştır. 1943 yılındaki Hashöyük kazılarında İlk Tunç Çağına ait beş altı tabaka tesbit edilmiştir.

Kırşehir Bölgesinde ki İlk Çağa ait yerleşim birimlerinin çok oluşunun sebebini, Kırşehir in Asya dan Avrupa ya giden önemli karayolu üzerinde bulunması ve Kapadokya Bölgesi ne yakın olmasında aramak gerekir.

Kırşehir, Hititler in yerleşim alanı olan Kızılırmak yayı içerisinde olduğunden, Hititler döneminin Kırşehir de yayğın bir şekilde yaşadığı kesindir.

Bugünkü Kırşehir ve bütün Anadolu M.Ö. 550 yılından itibaren Pers Hakimiyetine girmiştir. Persler, Orta Anadolu nun bir bölümüne Katpatukya (Kapadokya) adını vermişlerdir. Bu ad Pers dilinde Güzel Atlar Ülkesi anlamına gelmekte idi. Persler Anadolu ya Satraplık (valiliğe benzer) yönetim sitemi ile yönetilmişlerdir.

M.Ö. 333 de kurulan Kapadokya Krallığı Döneminde otorite yetersizliği yüzünden Kırşehir ve yöresi yoğun bir baskı görmüştür. Daha sonra bölge toprakları Orta Avrupa dan gleen Kelt topluluklarının akınına uğramıştır.

Kırşehir Roma dönemi sonlarında aldığı Makissos adını M.S. IV yy ın ilk çeyreğine kadar devam ettirmiştir.

M.S. 605 yılında İran daki Sasani Devleti nin istila ettiği Kırşehir ve yöresi daha Sonra Bizans ve Sasani Akınlarına uğramıştır.

Kırşehir, 1071 tarihinden önce Asya dan Anadolu ya gelen öncü ve Akıcı Türler tarafından yaylak ve yerleşim alanı durumuna getirilmişse de 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu nun kapısı Türklere tamamen açılmıştır. 1075 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ni kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Kışehir i Anadolu Selçuklu Devleti ne katmıştır.

Kırşehir XIII.yy da bir kültür ve ticaret merkezi olan Kırşehir in adı Gül Şehir olarak anılmaktaydı.

AHİLİK


Ahilik, kelime olarak, Arapça “kardeşim” anlamına gelen “Ahi” kelimesinden gelmektedir. Bunun yanında, Ahilik kelimesinin Türkçe kökenli “Akı” kelimesinden geldiğini savunanlar da vardır. Akı kelimesi “eli açık, cömert, yiğit” gibi anlamlara gelmektedir.
Anadolu halkının ekonomik ve kültürel yaşamında önemli bir boyut oluşturan Ahilik; dürüstlüğün, sevginin, dostluğun, yardımlaşmanın, hoşgörünün, bilginin ve dayanışmanın sanat ile birleşimidir. Bu anlamda Ahiliğin, işçinin, çalışanın, üretenin, namuslu kazancın, namuslu ticaretin ve namuslu yönetimin simgesi olduğunu söyleyebiliriz.


Ahiliğin temel ilkelerini şöyle sıralayabiliriz
- Ahilik, halka dönük bir kurumdur. Kendi ticaret çıkarını diğer meslektaşlarından üstün tutmayan kişi mutluluğu halka hizmet edip yararlı olmakta arar.
- Belli bir süre, bir iş basamağında kalarak olgunlaştırılan yamak-çırak-kalfa-usta hiyerarşisi kurmayı ve bu basamaklarda baba-evlat ilişkisi gibi öğreticiye candan bağlanmak suretiyle sanatı, sağlam ahlaki ve mesleki temellere oturtmayı amaçlar.
- Esnaf ve sanatkârlıkta önemli bir sorun olan üretici, tüketici çıkar ilişkilerini, birbirleriyle bir sürtüşmeye düşmeyecek şekilde ayarlar.
- İşe saygı ve çalışkanlık, yardımlaşma ve haksızlığın cezalandırılması da Ahilik kurumunun temel ilkeleri arasındadır.


Ahilik geleneğine göre bir Ahinin
- Alnı açık olmalı,
- Eli açık; cömert, yardımsever olmalı,
- Sofrası, kapısı açık olmalı, nesi varsa misafiriyle paylaşmalıdır,
- Dilini yalandan, gıybetten, iftiradan bağlamalı,
- Gözünü ayıp aramaktan, elini haramdan bağlamalı,
- Belini bağlamalı, kimsenin namusuna göz dikmemelidir.

KÖFTÜR VE CEVİZ SUCUĞU

Kırşehir, pekmez üretim merkezlerinden biri. Üzümün yanı sıra armut ve elma gibi meyvelerden de pekmez yapılıyor. Toplanan üzümler şirahnede (üzümün çiğnendiği küçük havuz) çiğnenip şırası çıkarılıyor. Şıra kazanlara alınıp kaynatılıyor (Kaynama sırasında pekmez toprağı ilave edilir) ve süzülüyor.
Eğlencelerle renklenen pekmez günlerinde çoğunlukla mantı ya da bol etli bulgur pilavı pişiyor kazanlarla. Pekmez çok olursa kadınlar köftür (köfter) ve cevizli sucuk da yapıyorlar. Köftür için pekmeze un ilave edilip pişiriliyor. Pelte kıvamına gelince tepsilere alınıp soğumaya bırakılıyor. Sertleşince baklava biçiminde kesilip nemsiz bir ortamda saklanıyor. Hem köftür, hem de ceviz sucuğu hevenklerde serin yerlerde saklanıp kışın yeniyor. Misafire üzümle birlikte ikram etme geleneği hâlâ sürüyor.
Kedi batmaz, pekmezle yapılan bir tatlı çeşidi. Kuru yufkalar ufalanıp tepsiye alınıyor. Üzerine sıcak pekmez dökülüyor ve soğuk olarak servis yapılıyor. Pekmez yapılan her ilde olduğu gibi burada da Pelte hazırlanıyor. Un tereyağında kavruluyor. Biraz su, bir tutam tuz ve pekmez eklenip suyunu çekinceye kadar karıştırarak pişiriyorlar. Karışım tabaklara alınıp üzerine kızdırılmış tereyağı gezdiriliyor.

Yörenin en yaygın yemeği, İç Anadolu'nun pek çok ilinde de yapılan 'Çullama'. Tavuk ya da hindi etleri (göğüs eti) yağ, un ve tavuk suyu eklenip muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişiriliyor. Pirzola türü etler küllenmiş ateşe gömülüp yeniyor, ki buna 'Söğürme' diyorlar.
Yörede bol miktarda bulunan keme (mantar) özellikle kırsal kesimde çok tüketiliyor. Keme, ateşte közlenip yendiği gibi yemek ya da pilavlara da ekleniyor. Kırşehir'e gidip de Tandırda çömlek paça yemeden dönmek olmaz!
Koyun veya kuzunun baş ve ayakları temizlenip çömleğe alınıyor. Sarımsak ve su ilave edilen çömleğin ağzı bir kapakla kapatılıp tandıra gömülüyor. Ben diyeyim 1 saat, siz deyin 2 saat piştikten sonra tandırdan alınan yemeğin üzerine limon sıkılıp yeniyor. Çömlekte kuru fasulyenin de tadına doyum olmuyor. Hazırlanan malzeme yine ağzı kapaklı çömleklerde ve köz halindeki tandırda 2 saat pişiyor. Tandır yandığında kadınlar kelle, güveç, işkembe gibi yemekleri de sürüyorlar küllerin üzerine. Elbette bu görüntülere şehir merkezinde rastlamak zor. Bunun için köylere ve ilçelere gitmeniz lazım.

KEŞKEF (Keşkek)

8-10 Kişilik
HAZIRLAMA SÜRESİ: 15 dk
PİŞME SÜRESİ: 75 dk

Malzemeler:
300 gr dövme (aşurelik buğday)
100 gr nohut
5.5 su bardağı su
750 gr kemikli koyun eti
60 gr margarin
Tuz, karabiber, kırmızı tozbiber

Hazırlanışı:
* Dövme ve nohudu akşamdan 2.5 bardak su ile ıslatın. Eti basınçlı tencereye alın. Nohut ve dövmeyi süzüp sularını ayırın ve malzemeyi tencereye ekleyin. Islatma suyunu 4 su bardağına tamamlayın. Margarinin yarısını su, karabiber ve tuzu ekleyip dövme lapalaşıncaya kadar 75 dakika pişirin. * Etin kemiklerini ayırın ve keşkeği büyük bir tencereye alın.
Tahta kaşıkla (ya da tahta tokmakla) ezerek karıştırın. Keşkeği servis tabağına alın. Kırmızı tozbiberi kalan margarinle kızdırıp üzerine gezdirin. Ilık olarak servis yapın.

KUŞ GÖZLEMCİLİĞİ

Seyfe Gölü

İl: Kırşehir

İlçeler: Mucur, Boztepe
Yüzölçümü: 14000
Rakım: 1110 m
Koruma: var
Başlıca Özellikleri: tuzlu/hafif tuzlu göl, step
Kuş Türleri: Ak pelikan (100 çift), kaşıkçı(50 çift), flamingo (2000 çift), Macar ördeği (15 çift), toy, kılıçgaga (500 çift), mahmuzlu kızkuşu (10 çift), Akdeniz martısı (500 çift), gülen sumru (500 çift) ve küçük sumru (500 çift) popülasyonlarıyla önemli kuş alanları statüsü kazanır. Kışın büyük sayılarda sukuşu bulunur (maks. 21.861), sakarca (maks.7200) ve angıt (maks. 978) bunlara örnektir.

MAHALLİ KIYAFETLER


Kadın Giysileri:
ÜÇ ETEK: Bıçak burnu yada zincirli diye adlandırılan kumaştan yapılır. Etek üç parçalıdır. Parçaların kenarları işlemeli olduğu gibi düzde olabilmektedir. Kollar ya uzundur ya da kolsuzdur. Kol ağızları düz veya listikli olabilir. Eteğin önündeki parçaları kıvrılarak kuşağın altına sokulur.
KUŞAK: Üç eteğin üzerinden bele bağlanır. Yerine göre Trablus kuşak geniş tokalı ve deri, madeni kemerle kullanılır. Kuşak uçlarında püskül şeklinde ponçak denen karışık renkli püskül bulunmaktadır.
ŞALVAR (don): Genellikle koyu renkli zemin üzerine küçük çiçekli ve kendinden yollu kadife kullanılır. Belleri uçkurlu, paça ağızları düğmeli ya da lastikli olur. Peyik kısmı genişçe, parçalar bol bir şekilde dikilir.
YAZMA (Tülbent): Fesin üzerine değişik renklerde pullu tülbent ya da oyalı yazma örtülür. Ayrıca tülbentler kenarları pulu değişik renklerde boncuklarla bezenmiş şekildedir. Tülbent, arka uçlarının birisi alınır, çene altından başın üzerine atılarak toka ile tutturulur. Orta yaşlılar ve yaşlılar bunun üzerinden siyah renkte ayrı bir tülbent bağlarlar.
AYAKKABI (Yemeni): Altı kösele uç kısmı kıvrıktır. Alçak topukludur. Genellikle siyah, kahverengi ve kırmızı deriden yapılır. Zenginler ve yaşlılar (lapçin) denilen topuklu ve içiçe iki ayakkabı giyerler. Ayağa işlemeli iplik ya da yün çorap giyerler.
GELİNLİK ENTARİ: Giysi keten kumaştan yapılır. Genellikle koyu renktedir. Entarinin üzerine kuşak bağlanır. Başa fes giyilir. Üzerine tülbent ve poşi bürünülerek duvak şekline sokulur. Yüz kapatılır. Duvağın üzerine büyükçe bir örtü örtülüp üzerinden yan tarafa doğru çekilip bağlanır. Ayağa çorap ve kundura giyilir. Entarinin
önü göğüs kısmına kadar açıktır. Entarinin üstüne çeşitli altın ve boncuklar takılır.

Erkek Giysileri:
GÖYNEK: Genellikle ketendir. Bazen ipeklidir. Zemin beyaz, gri ya da siyah düz desenlidir. Yakasız astarlı, uzun kollu sedef düğmelidir.
DELME YELEK(Cemadan): Siyah, lacivert ya da koyu yeşil renkli çuhadan yapılır. Kolsuzdur. Üç ya da dört düğme ile iliklenir. Göğüs üstü karın üstüne kadar açıktır. Sade olduğu gibi işlemeli de olabilir.
ŞALVAR: Kumaşı yelekle aynıdır. Uçkurlu ve astarlı olarak dikilir. yandan cepli paça kısmı dardır. normal peyiklidir.
KUŞAK: Beyaz yünden üç-dört metre uzunluğundadır. Bir ucu püsküllüdür. Şalvar ve gömleğin üzerinden bele bağlanır. Sağ taraftan şalvarın üzerine sarkıtılır.
ÇORAP: Ayağa beyaz yün çorap giyilir. Bu çorap, iş zamanlarında ve oyunda şalvarın üzerine çekilir. Diz altından uçları püsküllü yün bağıyla bağlanır.
TAKILAR: Erkeklerde boyunda muska ya da murtlak, kuşak arasında tütün ve para kesesi, yelek üzerinde gümüş köstek ve saat, yelek cebinde ayna, tarak, enfiye kutusu gibi takılar bulunur.
Kadınlarda gerdanlık ve kolye, bileklerde gümüş ve altın bilezikler, parmaklarda yüzük kulaklarda küpeler takı olarak kullanılır.

KIRŞEHİR DAĞLARI

Kervansaray Dağları
Seyfe Gölü çöküntü alanı ile Kırşehir kenti arasında bulunan bu dağlar, kuzeybatıdan güneydoğuya doğru uzanarak Mucur İlçesi'ne sokulur. Mucur yakınlarında, aynı yönde uzanan platolar üzerinde belirginliği aıalan dağlar, ilçenin kuzey doğusunda yeniden yükselir. Nevşehir kuzeyindeki Kızıldağ ile birleşir. Kervansaray Dağları'nın en yüksek noktası şehrin kuzeydoğusunda kalan bölümüdür ve 1679 metredir. Aynı sıranın öbür önemli dorukları ise Amıutlu, Köpekli, Kırlangıç ve Kızıldağ'dır. Bu dağlar, bitki örtüsünden yoksundur. Akarsuların açtığı derin vadilerle parçalanmıştır. Şiddetli aşınma sonucu yer yer düzleştiği için de platolara dönüşmüştür.

Çiçek Dağı
Adını aldığı ilçenin batısındaki platonun ortasında yükselir. Çiçek Dağı'nın yüksekliği 1691 metredir. Bu dağ, Deliceırmak'a doğru akan derelerin açtığı vadilerle parçalanmıştır. Orman örtüsü bakımından seyrektir. Bu kütlenin yakinında olan Yağmurlu Dede Tepesi de, 1585 metre yüksekliğindedir. Bitki örtüsü bakımından yoksun olan bu dağ, derin vadilerle parçalanmıştır.

Aliöllez Dağı
Kaman llçesi'ndedir. Güney-güneydoğu yönünde uzanan Aliöllez Dağı'nın yüksekliği 1528 metredir. Bitki örtüsü bakımından zayıftır ve Hirfanlı Barajı yönünde derin olarak parçalanmıştır.

Baran Dağı
Kırşehir ile Kaman arasındadır.1808 metre yükseltisi olan bu dağ batıdan güneydoğuya doğru uzanır. Kırşehir'in en yüksek noktası bu dağın zirvesidir.

14 Eylül 2007 Cuma

NEPAL


Nepal orta asyada Çin ile Hindistan arasında bağımsız bir ülkedir.

Ülkenin sınırında dünyanın en büyük dağı olan Everest (8848metre) yeralır.

Başkent Katmandu'dur.

Nepal halkını hindistandan gelen racputana asıllı gurkal 'larla güney hindistandan gelen bhutia lar ve nevar lar oluşturur.

Ülke halkının %80 i hindu 'dur. Nepal kendini dünyanın tek hindu krallığı olarak tanıtır.!
Himalayalar'ın kanatlarını gerdiği Nepal, bize dünyanın en muhteşem manzaralarını sunar. Fakir bir ülke olsa da doğal güzellikleri ve kültür hazineleriyle son derece zengindir. Karlı dağların tepeden baktığı Nepal'de doğa ana tüm cömertliğini sergiler. İşte bu nedenle bu ülke insanlar için bu cömertliğin doğu mistisizmiyle harmanlandığı nadir ülkelerden.
Görkemli Himalayalar, bu dağ enginliği içinde başını gösteren yeşil tepeler, bu tepelere can veren telaşlı nehirler, tropikal ormanlar arasında dev tapınaklar, heykeller...
Nepal, doğayla insanların beraberce senfoni yarattığı bir ülke.
Nepal dilinde "him" kar, "alaya" da çatı demek. Yani, Himalaya'nın anlamı karlı çatı.
Yeryüzünün en yüksek noktası olarak bilinen Everest tepesi adını 19. yüzyılda Hindistan'da yaşayan bir generalden George Everest'ten almış.
Bu görkemli tepenin Nepal'deki adı Sagarmatha, "dünyanın annesi" anlamına geliyor. Tibet'teki adı ise Çomolungma, yani "ana tanrıça". Dünyanın çatısı olarak da anılan Himalayalar bir anlamda doğunun Olympos'u.
İki büyük dinin, Budizm ve Hinduizmin çıkış yeri olan bu dağlarda bir zamanlar tanrılarla insanların birarada yaşadığına inanılıyor.
Himalayalar aynı zamanda dünyadaki en genç sıradağları yani yeryüzünün en yüksek noktaları olan Everest ve Annapurna büyümeye devam ediyorlar. Dört büyük dağ sırası dışında, Chure, Mahabbarat, Himalaya ve Tibet Dağları. Nepal güneyde geniş düzlüklerin, verimli vadilerin ve kuzeyde de yüksek çöllerin bulunduğu bir ülke.
Doğa ana, burada tüm cömertliğini sunmuş. 6 bin 500'den fazla ağaç türünün, 800'den fazla kuş türünün bulunduğu Nepal ormanları Bengal kaplanları, kar leoparları dışında birçok vahşi hayvanları da barındırıyor. Malesef, plansız ve kontrolsüz şehirleşme nedeniyle, bu canlı türlerini genellikle ulusal parklarda ve insanların sayıca az olduğu batı Nepal'de görebiliyorsunuz.
Katmandu Nepal'in başkenti.
Buda'nın doğum yeri olduğuna inanılan Katmandu'da, Hindular bir arada yaşıyorlar. Bir dönem hipilerin kendilerine başkent olarak seçtikleri Katmandu, özellikle 60'lı yıllarda batı dünyasının büyük ilgisini çekiyordu.
Batılı hipiler, Nepal'i adeta bir hac yeri gibi ziyaret ediyorlardı. Dünyanın Katmandu'ya ilgisi böyle başladı. Son yıllarda Nepal, turizmin önemini fark etti ve "visit Nepal" (Nepal'i Ziyaret Edin) adlı bir kampanya başlatarak turistleri ülkeye çekmeye başladı. Ancak ülkedeki gerilim buna darbe vurdu. Dünyayı sarsan terör olaylarından biri de burada yaşandı ve Nepal'e olan ilgi, terör korkusuyla, zayıfladı.
Ülkenin en büyük şehri olan Katmandu'nun kalbi meydanında atıyor. Nepal'de her şehir saray meydanı çevresinde kurulmuş. Bu alanlarda yerleşim yeri yok, sadece çok sayıda saray, tapınaklar ve satıcılar var. Katmandu'da da tapınak ve saray mimarisi inşa edildikleri ilk günün çizgilerini taşıyor.
Meydanı çevreleyen tapınakların hepsinin üzerinde bir çift göz çizili. Bunlar Buda'nın herşeyi gören gözleri. Yaşamın ibadet demek olduğu Nepal'deki tapınaklarda, gün boyu hareketlilik var. İnsanlar Buda'nın herşeyi gören gözlerinin hapsinde, gün içerisinde tapınaklara gidip dua ediyor ve tanrılarına adaklar sunuyorlar. Din, burada yaşamın kaynağı.

GİRESUN DA HALICILIK



Yeryüzünün çeşitli bölgelerinde ilkel el dokumalarından başlayarak çok emek ve üstün teknik isteyen dokumaların yapıldığını müzelerde ve hatta günümüzde bu geleneği sürdüren yerleşim merkezlerinde görüyoruz. Halı, bu dokuma işleri ve eserleri arasında en üst teknik ve yaratma yeteneği isteyen bir sanat eseridir.

Avrupalı Türkologlar tarafından kelimenin Türkçe kökenine bağlanması, bu tür bir eserin ilk kez Türkler tarafından ortaya konduğunu kanıtlamaktadır. Halının oluşturu1masında kullanılan sadece iki tür düğüm tekniği vardır: Türk veya İran düğümü. Bunların hangisinin kültür tarihi açısından eski olduğunun belirlenmesi dünya kültürüne, o milletin katkısını da kanıtlayacak nitelikte olduğundan, bu konudaki tartışmalar yıllarca sürmüştür. Sonunda, Rus arkeoloğu Rudenko, Altay dağlarının Pazırık bölgesindeki beşinci kurganda yaklaşık 1,90 x 2 m boyutlarında bir halıyı gün ışığına kavuşturup incelemelere sununca, bundaki düğümlerin Türk düğümü olduğunu, dolayısıyla M.Ö. V. veya III. yüzyıla ait bu Türk düğümlü halıdan daha eski bir İran halısı mevcut olmadığı için, Türklerin halı gibi önemli bir eseri, kültür tarihine İranlılardan önce kazandırdığı kanıtlanmıştır. Pazırık halısı olarak bütün dünyada tanınan bu halıdaki düğüm tekniği, sanat tarihçilerinin Türk halılarına olan ilgisini de arttırmıştır.

Türkiye’deki el dokuması halıların ana maddesini oluşturan yün, hayvancılığın gelişmiş olduğu bölgelerde bol olarak elde edilir. Halının çözgü ve atkısında kullanılan yün ipliklerin, halıda çabuk solmaması için doğal kök boyalar ile işlem görmesi ve sağlamlığı, halının ömrünün uzamasını sağlamıştır. Her santimetre karede atılan düğüm sayısının fazla olması da, halının ömrünü uzatan başka bir noktadır. Yüzlerce yıldan beri aksatılmadan sürdürülen bu gelenekler dolayısıyla Türkiye’deki el dokuması halıların değeri anlaşılmıştır.

Halıları dokuyanlar, folklorumuzun diğer önemli ürünlerinde olduğu gibi, unutulmuşlar ve anonim bir kimlik içinde yitip gitmişlerdir. Hiçbir halının ustasının adı belli değildir. Çevresini, doğayı, duygu ve hayallerini ilmek ilmek, ipliklere dolayan o genç kızların, kadınların adları, sanları asla bilinmez. Bilinen sadece yöresinin adıdır: Isparta, Ladik, Gördes, Döşemealtı, Hereke, Sivas, Yağcıbedir, Bünyan, Milas, Konya, Demirci veya Türkiye dışında Kırgız, Kazak, Isfahan, Horasan, Buhara, Teke-Türkmen vb... Bazı halılar ise ana motiflerine göre adlandırılmışlardır. Armalı Uşak halısı, Çubuklu halı, Ejderli halı, Yıldızlı Uşak halısı, Konya hayvan halısı, Şimşekli halı, Mihraplı halı, Yılanlı halı, Minyatürlü halı, Nakışlı halı, Kuşlu halı vb...
Bazen de tarihi dönemlere göre ad verilen halı grupları vardır. Bunlar arasında da, Beyşehir Selçuklu halıları, Hun halısı, Konya Selçuklu halıları, Memlük halıları, Osmanlı saray halıları, Pazırık halısı, Selçuklu halıları, Uygur halıları vb...

Türkiye’de dokunan halılarda adları geçenler, ustaların adları olmasa da, işlenen motif ve süsler yaygın olarak tanınmıştır. Söz gelimi, baklava dilimi, karnı yarık, eli belinde, gonca gül, tespih, vazo, kurt ağzı, kılıç, kartal, çifte yay, bulut, fincan, el ve daha yüzlerce çiçek, ot ve hayvan, genç kızlarımızın hayalindeki sembol renk ve çizgileriyle halının ilmeklerinde can bulur.

Halı tezgahının karmaşık yapısının yanında kullanılan araç ve gereçlerin çokluğu ve çeşitliliği de önemlidir. Bütün işlemlerde kullanılan araç-gerecin sadece adlarını verirsek bu dokuma dalının neden önemli olduğu daha iyi anlaşılır: ağırşak, çıkrık, çile, taban (yastık), dişlik, yün tarağı, eğirmeç, gergi, gobal, çubuk çırpı, tokmak (köstek), ılğıdır, kirmen, kolçak, öreke, örgüç, yumak vb...
Halıyı gün geçtikçe ve kullandıkça güzelleştiren o renk zenginliğini sağlayan kök boyalar apayrı bir emekle hazırlanır. Hangi bitkiden ne tür bir renk elde edileceğinin bilinmesi, Anadolu’daki halıcılık geleneğinin en önemli sırlarındandır.
Bilinen bazı bitkiler ve bunlardan elde edilen doğal renkler şunlardır:

Kuru kayısı yaprağı: açık et rengi verir. Ceviz’in dalı, kabuğu veya kökü yeşili az kahverengi verir, ama taze ceviz kabuğu yeşilin daha koyu olmasını sağlar. Soğan kabuğu ile açık kahverengi, meşe yaprağıyla kızıla çalan kahverengi, gelincik çiçeği ile hafif pembe, karamuk çalısının kökünden leylak rengi, kök yavşandan sarı, külle karıştırılıp bekletilmişinden ise yeşilimsi kahverengi, yabani nane (yarpuz)den saman sarısı, üzüm zamanı mavi çiçek açan serkeleden kahverengi, sütleğenden koyu et rengi, cehri denilen kısa boylu ağacın ufacık meyvesinden koyu sarı, eynikten kaynama süresine bağlı olarak açık mavi, koyu mavi veya siyah renkler elde edilir.

MAYIS YEDİSİ (Aksu Şenlikleri)

Mayıs Yedisi (Aksu Şenlikleri) Her yıl Mayıs ayının 7'sinde (Miladi 20 Mayıs) kutlanır. 1977 yılına kadar "MAYIS YEDİSİ" adıyla sürdürülen törenler bu tarihten sonra "AKSU ŞENLİKLERİ" adını almıştır. Daha sonra 1992 yılı başında alınan yeni bir kararla daha geniş kitlelerle sosyal ve kültürel ilişkilerin sağlanması ve sürdürülmesi amaçlanarak adının "ULUSLARARASI KARADENİZ AKSU FESTİVALİ" olması kabul edilmiştir.
Her yıl 20 Mayıs günü Giresun'un doğusunda bulunan Aksu Deresinin deniz ile birleştiği yerde insanlar toplanırlar. Özellikle hastalar, dertliler, çocuğu olmayanlar, dilekleri olanlar Aksu Deresinin kıyısına giderler bir dilek dileyip yedi çift bir tek taşı suya atarlar. Aksu mahallinde yapılan bu törenler üç ana bölümden oluşur.

1-SACAYAKTAN GEÇME GELENEĞİ:
Soyun sürdürülmesi kültürüne dayanır. Çocuğu olmayanlar dilekte bulunarak üç kez sacayaktan geçerler. Üç kutsal sayılan bir rakamdır. Sacayak ana rahminin simgesidir.

2-DERE TAŞLAMA GELENEĞİ:
İlkbahar , doğanın hayat bulduğu mevsimdir. Doğanın getirdiği yaşama zevkiyle insanlar da bütün kötülüklerden arınmak gereğini duyarlar. Aksu Deresinin denize döküldüğü yerde toplanan insanlar "Derdim Belam Denize" diyerek yedi çift bir tek taş atarlar. Yedi kutsallığı olan bir rakamdır. Tek taş, dileğin yerini bulması için atılan sonuncu taştır.

3-ADANIN ETRAFINI DOLAŞMA GELENEĞİ:
Soyun sürdürülmesi inancıyla yapılan sacayaktan geçme geleneği Ada'nın etrafının dolaşılmasıyla tamamlanır. Ada turu Hamza Taşı'nın önünde başlar. Yine Hamza Taşı'nın önünde son bulur. Törenin amacı; soyun sürdürülmesi, belaların denize atılması, döllenmenin bu mevsimde başlaması ve toprağın bereketlenmesi.

GİRESUN ADASI


Doğu Karadeniz'in insan yaşayabilen tek adasıdır.

Şehirden 1,5 km. uzaklıktadır. Özel motorla 20 dakikada gidilebilir.

Üzerinde sur, manastır kalıntısı ve şarap fıçıları vardır. Mitolojideki ünlü ALTINPOST seferinde Herkül ve arkadaşlarının önemli uğrak yerlerinden biri olmuştur.

Ada Amazonlar ile ilgili efsaneleriylede ünlüdür...

Plajlar ve Camping


Giresun kentinin doğu ve batısındaki sahiller kilometrelerce uzayıp giden doğal plajlar durumundadır. Kentin batısındaki plajlar doğu kesimindekilere göre daha sığ ve daha kumluktur.

Kent merkezine yaklaşık 5 km. uzaklıkta yer alan, Arif Kumaş, Giresun, Belediye, Emniyet, Tabya ve Jandarma plajları Giresun'un başlıca plajlarıdır.

Giresun'da camping yapılacak plajlar Arif Kumaş, Bulancak Belediye, Keşap Düzköy Belediye Plajı, Tirebolu Plajıdır.Ayrıca yaz aylarında Giresun Adası ile Giresun Limanı arasında her akşam Mavi Tur düzenlenmektedir.

Giresun'da Gölyanı Yaylasının Büyüleyici Güzelliği


Giresun'da kısa bir süre önce keşfedilen Gölyanı Yaylası'nın Türkiye'de ekoturizmin gözdesi olacağına inanılıyor.
Giresun Kültür ve Turizm Müdürü Emin Yılmaz, Yağlıdere ilçesi sınırları içinde yer alan Gölyanı Yaylası'nın, 50 dolayındaki otantik yayla evi, gölü ve ladin ağaçlarından oluşan ormanlık alanlarıyla görenleri büyülediğini belirtti.

Yılmaz, bir süre önce doğal sit alanı ilan edilerek koruma altına alınan Gölyanı Yaylası'nın Türkiye'de eko turizmin gözdesi olacağına inandıklarını ifade ederek, orman yoluyla ulaşımı sağlanan Gölyanı Yaylası'na yapılaşma yasağı getirildiğini kaydetti.

13 Eylül 2007 Perşembe

KERASUS - GİRESUN

Denize doğru uzanan ve karşısında Doğu Karadeniz’in yegâne adasının (Giresun adası, Aretias, Ares, Areos Nesos, Puga) bulunduğu bir yarımadanın üzerinde yer alır. Yarımadadaki kale yerleşmenin çekirdeğini oluşturmuştur. Eski adı Kerasus olup bugünkü adı da bu kelimeye dayanır. Kerasus’un civarda bol miktarda yetişen kirazdan geldiği rivayet edilir.
Bir başka kaynağa göre bu isim, yarımadanın denize doğru bir boynu gibi uzanması dolayısıyla eski Yunanca’da “boynuz” anlamına gelen kerastan türetilmiştir.

Kaynaklarda adı Kerasus, Kerasous, Cerasous, Chirizonda, Cerasonte, Kerassunde şekillerinde de geçen şehir Türk hâkimiyeti döneminde bugünkü söylenişiyle anılmıştır.

Osmanlı dönemi Giresun’u hakkında en ayrıntılı bilgiler, XV ve XVI. yüzyıllara ait Trabzon sancağı tahrir defterlerinde yer alır. Bu defterlerden en erken tarihli olanına göre 1486’ya doğru yerleşmenin kale içinde ve hemen civarında olduğu, askerî vasfın ön plana çıktığı bir şehir özelliği gösteren Giresun 114 nefer, yirmi iki bîve (dul) hıristiyan nüfusa sahipti. Bunlar kaleyi tamir etmek, Giresun’dan geçen gemilere kılavuzluk yapmak şartıyla her türlü vergiden muaf tutulmuşlardı. Bu durum Osmanlılar’ın şehri barış yoluyla teslim aldığını gösterir. Kalede muhafızlar dışında dört sivil müslümanın adı deftere kaydedilmiştir.
Giresun’un ilk müslüman sivil sakinleri olan ve her biri eski timar sahibi bulunan bu şahıslar Çepni Ali, Çankırılı Hamza, İbrâhim, Îsâ oğlu Ali idi. Kalede ise dizdar Kalkandelenli Yûsuf’un idaresinde otuz kadar muhafız görev yapıyordu. Bu muhafızların bazılarının isimleri altında Niğbolu, Manastır, Üsküp, Sofya, Semendire, Selânik, Kesriye ve Kefeli olduklarına dair kayıtlar bulunmaktadır. Bu rakamlara göre şehirde 600-700 kişinin yaşadığı tahmin edilebilir. Bunların hepsinin kale içinde oturup oturmadığı belli olmamakla birlikte kale dışında sahile doğru uzanan evlerden ikamet ettikleri söylenebilir.

7 Eylül 2007 Cuma

İmrahor Mesire Yeri


Omanlık arazinin korunması ve su kaynaklarının değerlendirilmesi amacıyla kurulan İmrahor Göleti, aynı adı taşıdığı yerleşim yerine çok yakındır. Zamanla oluşan bitki ve canlı türleri bölgeyi neredeyse doğal bir park haline getirdi.

Mavi ve yeşilin içice girdiği mesire yeri tabiat severlerin hayli ilgisini çekmektedir. Göl kıyısında oluşturulan oturma ve yürüyüş alanları hizmete açıktır.

Özellikle hafta sonu başta aileler olmak üzere, okul, dernek ve işyerlerine ait gruplar tarafından tercih ediliyor, imrahor Göleti'nde suya girilmesi ve balık tutulmasına benzeri yerlerde olduğu gibi izin verilmiyor.

Ulaşım:

Gaziosmanpaşa'dan Tayakadın'a giden ana yolun 5. kilometresindeki imrahor Köyü sapağına girilir. Stablize yolu takiben hemen köyün üst kısmında yer almaktadır.

Tel: İstanbul Doğa Koruma ve Milli Parklar Mühendisliği 0212 262 77 10 Dahili= 24 84

5 Eylül 2007 Çarşamba

SUN - SEA - HISTORY


ASPENDOS
This superb amphitheatre is still in such good repair that it is used for performances of opera, ballet, theatre and concerts, as it was in Antalya-Mediterranean. APHRODISIAS ,This city took its name after Aphrodite, the Goddess of Beauty. The ruins contain many works of exception beatuy. Denizli- aegean region.

BERGAMA (PERGAMUM)
The amphitheater set on a high hill is of beauty, and the aesculapian or hospital and baths are other interesting parts of this ancientcity.Aegean region.

BODRUM (HALICARNASSUS)
Heredotus, the father of history, was born here. King Mausoleus, ruler of Bodrum and the vicinity, was married to his sister Artemis, who continued to rule after death and had the Halicarnassus mausoleum built in his her husband’s memory of the world.

EFES (EPHESUS)
It was near Ephesus that the Virgin Mary spent the rest of her life, and here that the Temple of, Artemis one of the seven wonders of the world, was situated. An importantat centre of the early Christian world and port. St Paul and St John delivered sermons in this city, which at the same time was a busy port and the world’s first bank. The town is built totally of marble, and is amagnificent sight.

Aegean Virgin MARY’s HOUSE
The house where the Virgin Mary and St John spet the least years of their lives is at Ephesus. The house was discovered by a group of tourists who stopped to drink water from anearby spring in 1891.It is situated on the top of Mount Coressos, and is the from of asmall church.
Thausands of people make the pilgrimage here each year, including Pope Paul, who consecrated the area.

GÖREME (CAPPADOCIA)
The intriguing natural formations of this area became the secret hideous of early Chiristians fleeing persecution. The extraordinary conterted cones of soft rock were hellowed into dwellings and churches whose lovely, vivid frescoes may still be seen today. There are also underground cities in this region. There is a total of around 360 churches to be seen.
Central Anatolia.

MOUNT NEMRUT
This imposing craggy mountain is famed for its gigantic stone statues of gods set here by King Antiochus.

Adıyaman-Southeast Anatolia DEMRE (MYRA)
The home of Saint Nicholas, the origin of theSanta Claus legend . Here in Myra ,today known as Demre ,there is the Saint Nicholas church and tomb.

MOUNT ARARAT
The Mountain where Noah's Ark is said to have landed after the Flood, Which lasted forty days and forty nights, and drowned all but Noah's family and the animals on the ark.

PAMUKKALE ( HIERAPOLIS )
Hierapolis was named after Hiera the wife of the Mycian King Tlephos.
The health- giving hot spring waters which pour from the mountain have attracted people here since ancient times.

SIDE
Here Cleopatra would frequently meet with Mark Antony
and watch the sunrise from the shore.

TRUVA ( TROY )
Here the treasure of Helen was found and the famous wooden horse was used to trick the Trojans.

GORDION
The homes of King Midas, who turned everything he touched to gold, even his own daughter.

4 Eylül 2007 Salı

ÖREN DE TATİL

Koskocaman 1 hafta bitti gitti. Sayılı gün çabuk geçer, paşa paşa dönersin evine :)


Bu sene ailemle gittiğim Ören ile ilgili bilgiler vermek istiyorum biraz. Kaz Dağlarının mitolojik havasında tatil yapmak ayrı bir keyif belirteyim.

Tertemiz havası, pırıl pırıl güneş altında, masmavi bir deniziyle Ören... Mavi Bayraklı sahil şeridi bozulmamış ender kıyı şeritlerinden.
Örende terlemenize imkan yok, cünkü nem yok, ve sürekli hafif bir esinti var.
Nasıl demeyin, inanın 42 derece sıcaklıkda biz anlamadık bile..
Zaten mitolojide de Rüzgarlı Bayır olarak geçiyor. Sanırım dağların faydaları:))
Doğal güzelliklerini ayrıca kaplıcalar süslüyor. Tarihi kalıntılarda ayrı bir keyif.

Benim gibi eski şehirleri , kalıntıları sevenler için:
ADRAMYTTEION-Mysia bölgesi bugunku Edremit Körfezindeki eski şehir
KAYA SUNAKLARI
HİSAR KALE KALINTILARI tavsiye edilir..

Elbette heryerde zeytin ağaçları var, kahvaltıda yediğimiz zeytinler Burhaniye ürünleriymiş.
Bununla beraber zeytinyağı üretimi dünyada isim edinmiş.

İsteyenler için eğlence mekanlarıda oldukca fazla. Hımmm birdee dondurması çok güzeldi , belirtmeden geçemeyeceğim.

İstanbul da giderek bozulan dondurma tadlarından sonra Ören Çarşıda yediğim dondurma muhteşem geldi..
Kaldığımız Ada Motel de bizimle sürekli ilgilenen Gül Hanım'a da sonsuz teşekkürler. Çok çok luks aramıyorsanız , uyandıgınızda sizi bahce - deniz kombinasyonu karşılasın istiyorsanız Ada moteli tavsiye ederim arkadaslar..

ÖREN GEZİ-TANITIM HARİTASI