24 Ağustos 2007 Cuma

İSSOS

Gülleri almış bir koku İssos adına,


Çiçekleri mor bağlamış çimenlerinde,


Bu günlerde topraklar yağışsız kurşuni,


Ağıtlarımız da buz tenli diyar gizleri.


İssos, binlerce yıldan beri değişik söylencelere tanıklık etmiş olup, Akdenizin doğu kesiminde ve dolayısıyla Erzin sınırları içerisinde yer alır. Şehrin sahipsiz kalıntılarına Erzin'e 7 km mesafedeki İstasyon Mevkiinde rastlamak mümkündür.

Mezopotamya'yı Yunan kültürüne, Anadoluyu İslam Ülkelerine bağlayan merkez konumundaki İssos ; Bizans, Geç Hitit, Selaukos, Pers ve Osmanlı İmparatorluğuna ev sahipliği yapmıştır. Bölgesel olarak çok önemli bir konuma sahip olmasına rağmen günümüzde işlevsiz günlerini yaşıyor, hem de sessizce.
Oluşumu itibariyle mimari özelliği, kendinden sonraki zamanlara öncülük eden bir özelliğe sahip olan İssos kalıntılarının içinde 1-2 km. uzunluğunda, yüksekliği ise yer yer 7-8 m olan ve hala ayakta kalmayı başaran su kanalları bulunuyor. Akdeniz'e Cenevizli gemicilere Amanosların eteklerinden su iletme projesinin ürünüdür, bu su kanalı.

Büyük İskender'in zaferleriyle sonuçlanan M.Ö 333 yılında Pers kralı III. Darius'la yaptığı büyük bir savaşa sahne olan bölge asıl altın çağını Roma döneminde yaşamış ve bu zamandaki imar faaliyetleriyle yeni bir kimlik kazanmıştır.

Ayakta kalmaya çalışan kalıntıların önemli bir kısmı metrelerce toprak altında kalmış ve ciddi bir kazı çalışmasını bekler duruma gelmiş fakat arazinin volkanik yapısı, deprem ve denizden esen rüzgarlarla gelen kumlar gibi doğal zararların yanı sıra bu değerli kalıntılara esas büyük darbeleri içinden geçen yollar ve çevre yerleşim birimleri vermiş, her ne kadar bölge sit alanı olarak ilan edilse de yağmalar önlenememiştir. Tiyatrosu, spor kompleksi, sütunlu caddeleri, hamamı, tapınakları, su sarnıçları, mezarlıkları ve sahildeki iskelesi kaderine terkedilmişliğin hüznünü yaşamakta günümüzde.

Süregelen yaşamda, anıların gerisine düşerek, bizi sınırlayan doğa içinde tarihe ve sanata karşı tavrımızın farkında değiliz aslında. Gelmek istediğimiz uygarlık düzeyinin tüm gelişim hallerini düşündüğümüzde ileri doğru işleyecek olan bilincimizi geçmişle bütünleştiremeyip günü birlik yaşıyor ve algılamakta zorlandığımız zamanın ilerleyen sürecine tanık oluyoruz.

İssos da şimdi geçmişten gelen el'in sanat imgesi, taşların mekan örgüsü esmerleşti, toprakta da açmaz oldu güller...






ERZİN

Erzin'in 1473 Otlukbeli Savaşından sonra çoğunluğu Akkoyunlulardan oluşan Türkmen boylarının, İssos ovasının kuzeyindeki bol otlak ve sulak bir alan olan Karahüyük yöresine göçleri ve zamanla bazılarının şimdiki Yoncadüzü ve Gökdere arasındaki "Akdam", bazılarının da Erzin in batısındaki "Şeyhin Ocağı" bölgelerine gelerek buraları yurt edinmeleri sonrasında kurulduğu ve adının da Orta Asya da bulunan Tannu (Tanrı) dağları civarındaki (Tannu Ola) Erzin şehrinin isminden geldiği sanılmaktadır.Yanlız Türkmenlerin, Karahüyükten 1695-1700 yıllarında buraya gelmeden önce Selçuklular ve Memluklular zamanında bazı Türk boylarınında (Özerler, Tebüklüler-Tıbıklar, Pındıklar) bölgeye geldikleri tahmin ediliyor.

1903 yılında Mutasarrufluk olan Erzin 1906 yılında Bucak haline dönüştürülmüş, 11/07/1930 tarihinde de Adana dan ayrılarak Hatay iline bağlanmıştır.
1.Dünya Savaşından sonra Erzin, Fransızlar ve Ermenilerin işgaline uğramış ve 4 yıl kadar bunların istilasına maruz kaldıktan sonra 8 Ocak 1922 de bağımsızlığına kavuşmuştur.

1987 yılında İlçe statüsüne kavuşan Erzin hızla büyümekte ve gelişmektedir.

17 Ağustos 2007 Cuma

Amazon



From its source in Iquito, Peru, to its mouth in Marajó Island, Brazil, all comments about the Amazon River and the Amazon Forest have to be made using superlatives.
Biggest, largest, longest are very common words regarding them. The magnificence of the rivers and trees, the incredible diversity of nature, the simplicity and hospitality of the people, compound a unique scenario where you can have contact and learn about the last frontier of untouched life.
Just to give an idea of the size of this giant, take a look at these numbers: ­
The Amazon Forest is the largest Rain Forest in the world and its area is over 6,5 million Km2.
About 80% of this area is located in Brazil. ­ The Amazon is the second longest river in the world (after the Nile), stretching 4,000 miles (6,400 kilometers). ­ But it's the largest when it comes to volume.
The Amazon contains 20% of the Earth's fresh water. ­ Its volume is equal to 11 times the volume of Mississipi River. In just one day the Amazon River pours into the ocean the same volume that the River Thames does in one year!!! ­

In average the Amazon River is between 6 and 10 km wide. During the wet season the river rises more than 9m (30 feet) and the river becomes even wider. ­
During one year, the average rain precipitation is over 3m (9 feet).
Impressed by the size of this giant??? The numbers regarding its biologic richness are even bigger… What distinguishes the Amazon from other tropical rain forests is the sheer number of plant and animal species that make their home here. Biologically, it is the richest and most diverse region in the world. ­

The Amazon Forest contains about 20% of all higher plant species, roughly the same proportion of bird species, around 10% of the world's mammals and countless varieties of reptiles. ­
Just one type of tree may support more than 400 insect species. The total number is unknown and probably it will always be. ­

In all rivers of the Amazon Region, you should find around 2,000 species of fish -10 times the number found in European rivers.
If the numbers are superlatives, Amazon beauties are even more. And the adjectives change too: wonderful, incredible, astonishing!!!

The Amazon Region provides innumerous wonderful views and feelings. The green from the jungle reflecting in the dark waters of the Rio Negro combined with the blue sky can be considered a masterpiece of God. Images like the flight of a group of macaws or the smooth swimming of the pink dolphin will be saved in your memory forever. Be sure! The beauty of the Water Meeting, where the creamy waters of the Solimões River meet the dark waters of the Rio Negro, keeping separated for miles, is a spectacle of nature.
Taking a shower at warm waters of the Hole Stone Waterfall, located in the middle of the Amazon Rain Forest is an explosion of sensations: the humid air inside the jungle, the sounds of birds and monkeys, the smell of the wood and leafs.

The Amazon talks by itself. We invite you to come with us and visit this wonder of nature. It is a trip you’ll never forget.

Nature


Given its awesome size, Brazil offers the tourist the opportunity to see many different ecosystems.
The most famous, of course, is the Amazon Rain Forest that dominates more than 40% of the national territory where is located the Mamirauá Project, the largest Sustainable Development Reserve in the world, that has over 1,124,000 ha of preserved forest.
Another important ecosystem is the Atlantic Rain Forest.
This forest used to occupy over 30% of the country, from Bahia to Paraná, but nowadays, only 7% of this native forest remains untouched, mostly in the states of Rio de Janeiro, São Paulo and Paraná.
An example of this exuberant forest can be seen in national parks like Parque Nacional da Tijuca in Rio de Janeiro, Parque Nacional do Itatiaia between the states of Rio de Janeiro and Minas Gerais and Parque Nacional do Iguaçu in the border of the state of Paraná and Argentina.
Pantanal is a swampy area in the interior of South America, between Brazil, Paraguay and Bolivia. During 4 months of the year, the rain floods the soil, changing the live of humans and animals. It is considered the cradle of an uncountable number of species, mostly birds, fishes and reptiles. It is the home of the carnivorous fish Piranha, the Brazilian jaguar, the beautiful Toucan and hundreds of other species.
A sanctuary in name of life…
Differently from other regions where the rain is abundant, the interior of northeast suffers with the weather. In this dry soil grows another important environment, the "Caatinga". Trees with twisted branches and cactus are part of this scenery.
Between Amazon, the Pantanal and the Caatinga, lays the "Cerrado", an ecosystem that is a transition among the first three ones. It is an amazing environment with mixed characteristics depending on what part of the country you are.
Sometimes it looks more similar to the Amazon, others to the Pantanal and so far. It is possible to observe this nature formation in regions close to the Chapada Diamantina and Brasília.
One jewel of the Brazilian nature is Fernando de Noronha, a national park in an archipelago of 21 islands. Its permanent population is small (roughly 1,500 people), living in total area of only 26km² (10 miles²).
Vila dos Remédios, the largest island, is the only one inhabited, preserving the wonderful beaches and the incredible marine life of the park.
The tourist needs a permission to get in and have the limit of 7 days to stay in the park. All efforts are made to permit tourism with environmental sustainability.

14 Ağustos 2007 Salı

Geçitler


Daryal geçidi
Kafkasya'nın iki önemli ve her zaman açık olan geçidi vardır. Bunlardan bir Daryal geçididir. Geçidin deniz seviyesinden yüksekliği 2379 metredir. Vladikafkas'ı Tiflis'e bağlayan ve Rusların "Gürcü Askeri Yolu" dedikleri yol da bu geçitten geçer.

Yol aynı geçitte akmakta olan Terek Nehri'nin ana kolunu takip eder. Orta ve güney kesimleri üzerinde Osetler (Asetinler) yaşarlar. Bu geçit Kafkasybvcbbbb a'yı s gdfg sdg sdiyasi, askeri ve hatta sosyal yönlerden iki ana parçaya ayırır.

Gürcistan'ın Rusya'ya bağlanmasından sonra bu geçidin önemi daha da büyümüştür. Kafkasya'yı ele geçirmek isteyen Rusya için hem Gürcistan'la irtibatı sürekli açık tutmak ve hem de Batı Kafkasya'daki Çerkes-Abhazlar ile Doğu Kafkasya'daki Çeçenler ve Dağıstanlılar arasındaki işbirliğini kesmek açısından hayati bir önem taşımaktaydı.

Derbent geçidi
Daryal'dan başka ikinci önemli geçit de Derbent'tir. Bu geçit Hazar Denizi kıyısı boyunca uzanır ve genişliği 1.5 ile 30 km arasında değişir.

Dağıstan'da bu iki geçit kadar önemli olmasa da Avar, Karayan, Sol ve Mamison geçitleri de bulunmaktadır.

GENEL BİLGİ




Mihverinde Kafkas sıradağlarının yer aldığı, kuzeyde Don ağzı, Maniç Çukurluğu ve Kuma ağzı hattından, güneyde Aras Nehri ve Kars Platosu'na kadar uzanan bölgenin adıdır.

Doğal sınırlarını batısında Karadeniz, doğusunda ise Hazar Denizi oluşturur. Kafkas dağları Taman Yarımadası'ndan başlayıp, güneydoğu istikametinde uzanarak Apseron Yarımadası'na ulaşır. Uzunluğu 1440 kilometreden fazladır.

Genişliği ise 50 ile 225 km arasında değişir. Genellikle iki veya üç sıra halinde uzanır. Bu sarp dağlar batıdan doğuya doğru üç ana kısımdan meydana gelir. Birinci kısım Taman Yarımadası'ndan Kuban Nehri'nin kaynaklarına kadar uzanır. Pseha Vadisi'ne kadar yükseklik 1000 metrenin altındadır. Daha doğuya doğru ise 1500 metrenin altına düşmez.

Orta Kafkasya ise Kuban Vadisi'nden Daryal Geçidi'ne kadar uzanır. Dağların en sarp ve yüksek kesimi buradadır. Aynı zamanda dağlar en fazla genişliğe de burada ulaşırlar. Yüksekliği 5633 metre olan Elbruz ve yine yüksekliği 5047 metre Kazbek burada yer alır.

Burada da büyük kitlelerin hareketine elverişli geçit yoktur. Böylece Batı ve Orta Kafkaslar sarp, son derece engebeli ve geçit vermeyen özellikleri nedeniyle Rusya'ya karşı direnen Kafkasyalıların son sığınaklarını teşkil etmiştir.

Doğu Kafkaslar ise, Daryal Geçidi'nden Apseron Yarımadası'na kadar uzanır. Burada dağlar alçalır ve yayvanlaşırlar. Daha çok yüksek platolar hakim manzarayı teşkil eder. Hazar Denizi'ne doğru ise bu platolar da kademeli olarak alçalmak suretiyle yok olurlar. Bu bölgenin merkezinde doğu-batı istikametinde uzunluğu 180 km genişliği ise 106 km olan Dağıstan Platosu yer alır.

Bu bölgenin batısı daha yüksek ve engebeli olduğu için oraya nüfuz edilmesi de zordur. Ancak Hazar Denizi'ne doğru arazi yapısı daha yeknesak bir hal alır ve içine girilmesi daha kolaydır. İşte bu nedenle Doğu Kafkasya'da Rusya'ya karşı mukavemet daha çok Çeçen İnguşların ve Avarların yaşadıkları Daryal Geçidi'ne doğru olan kesimde daha şiddetli olmuştur.

Kafkasya'nın akarsuları genellikle kaynaklarını Kafkas dağlarının kar ve buzlarla örtülü tepelerinden alırlar. Derin vadiler oyarak dağlardan indikten sonra kaynaklarını zaten bu dağlardan alan Kuban, Terek, Sulak ve Kura nehirlerine kavuşurlar.

Doğu Kafkasya'nın kuzeyi Terek ve Sulak nehirlerine rağmen bir bozkırdır. Bu bozkır ile dağlık Dağıstan arasındaki sınır aşağı yukarı Mahaçkale-Hasavyurt arasında uzanan çizgidir. Bu çizginin kuzeyindeki bozkırda ve Hazar Denizi kıyılarında Kumuklar otururlar. Buna karşılık dağlık bölgede Kafkasyalı yerli kabileler yasarlar.

Antartika



Antarktika, Güney Yarımkürenin en güneyinde bulunan ve Güney Kutbu'nu içeren kıta.

Afrika ve Okyanusya'nın güneyinde olan ve içinde ülke bulunmayan tek kıta.

“Güneydeki efsanevi kıta”nın bulunması 200 yıllık bir arayıştan sonra, ancak 1840’ta başarıyla sonuçlanmıştır. Yelkenlisiyle kıyılar boyunca yaklaşık 2.000 km yol alan Charles Wilkes, denizlerden oluşan Kuzey Kutbu’nun tersine, Güney Kutbu’nun olduğu yerde gerçekten büyük bir kıta bulunduğunu kanıtlamıştır.
12,4 milyon km²’lik yüzölçümüyle bu kıta neredeyse Afrika’nın yarısı büyüklüğündedir.
Bu bölgenin içinde Güney Shetland, Güney Georgia gibi birkaç takımada da yer alır.
Adı, “Arktika’nın karşısındaki” (Yunanca: Antarktikos) anlamına gelen Antarktika’yı ortalama 2.000 m kalınlığında büyük bir buz katmanı zırh gibi örter.
Bir zamanlar “ulaşılamaz” diye adlandırılan kutup noktasında buzun kalınlığı 4.335 m’yi bulur. Bu buz kütlesi 24 milyon km³’lük hacmi ile yeryüzündeki bütün buzların yüzde 92’sini oluşturmaktadır.
Kıyılarından kopan 350-600 m kalınlığındaki buz parçaları günde 1-3 m hızla ilerler ve birbiri üstüne yığılır. Bu tür yüzen yığınlardan biri olan Ross Buzlası 540.000 km’yi bulan alanıyla neredeyse Fransa büyüklüğündedir.
Gelgit olayının buzladan kopardığı büyük parçalar yüzerek çevreye dağılır. Bu tür buzdağları arasında 20.000 km² büyüklüğe ulaşanlar olur.

Güney Kutbu’nda yeryüzünün en soğuk ve en fırtınalı iklimi egemendir. Ortalama sıcaklık yaz aylarında -20° C’dir ve bu, güneyden fırtınalar estiğinde -70°C’ye kadar düşebilir. Coğrafi Güney Kutbu noktasında bulunan ABD gözlem istasyonunda yapılmış ölçümlerde sıcaklığın yıllık ortalamasının -50° C olduğu, en sıcak ayda ancak -29° C’ye yükseldiği belirlenmiştir.
Yani yeryüzünün bu en büyük buzdolabının sıcaklığı Kuzey Kutbu’ndan ortalama 22 derece daha düşüktür. Bu durum doğal olarak yaşam koşullarını etkilemektedir.
Kuzey Kutbu’nda 400’e yakın çiçek açan bitki türü sayılabilirken, Güney Kutbu’nda bir tane bile olmaması bunun bir belirtisidir. Buna karşılık kıtanın kıyılarında ve açık denizlerinde çok sayıda hayvan yaşar.
Penguenler, martılar, foklar ve balinalar soğuk, ama besin maddesi açısından zengin Güney Kutbu denizlerindeki planktonları ve balıkları yiyerek yaşamlarını sürdürürler.

Antarktika'nın uluslararası telefon kodu +672 'dir.
Antarktika'nın Internet alan adı ccTLD .aq olarak belirlenmiştir.

9 Ağustos 2007 Perşembe

PORT GÖCEK


Port Göcek Türkiye’nin güneybatı kıyısında, Fethiye Körfezi içinde yer almaktadır.

Port Göcek, Avrupa’nın birçok büyük şehrine yaz boyunca günlük seferlerin düzenlendiği Dalaman Havaalanı’na yalnızca 22 km’dir. Kış aylarındaysa ulaşım için İstanbul aktarmalı uçuşlardan yararlanabilir ya da direkt Antalya uçuşunun ardından, Toros dağlarının eşsiz manzarası ve doğasının eşliğinde kara yoluyla Göcek’e ulaşabilirsiniz.

Dalaman havaalanının özel uçaklar tarafından kullanılabilmesinin yanı sıra, Port Göcek’in deniz uçağı hizmetinden de yararlanabilirsiniz.

Port Göcek, Göcek şehir merkezinden yalnızca 5 dakika uzaklıktadır.

Göcek koyunun ve marinanın konumundan dolayı, yılın 12 ayı yatçılar için güvenilir bir konaklama sağlanmaktadır.

KEMER TÜRKİZ MARİNA


Türkiz Kemer Marina 20 yıllık marina yönetim tecrübesi ile son derece iyi bağlama hizmeti, haftanın 7 günü 24 saat güvenlik ve çok temiz ortam sunmaktadır.
Türkiz Marina, teknesinde yaşayan yatçılar için kış süresince her türlü sosyal, sportif ve kültürel aktiviteleri ile ideal bir ortam sağlamaktadır. Yüksek Toros dağlarının sağladığı koruma ve mükemmel ikliminin birleşimi Türkiz Kemer Marina’ yı Akdeniz deki en iyi Kışlama marinalarından biri yapmaktadır.

Aynı zamanda yat sahipleri için Turkiye tarihini Phaselis yakınındaki antik Lycia bölgesini, batık kent Simena’yı, son kişi kalana kadar cesur insanlarının Perslere karşı direnişiyle ünlü Xantos antik kenti ve Büyük İskenderin fethedemediği tepenin üzerindeki Termessos kentini görerek keşfetme fırsatı sunduğu en iyi yerlerden biridir.

Ayrıca Pamfilia bölgesi, Aspendos Antik tiyatrosuna, Perge ve Side Limanına çok yakın bir mesafededir. İlk Hıristiyan yerleşimcilerin gizlenmek amacıyla kurdukları dev yeraltı şehirlerinin bulunduğu Kapadokya bölgesine karadan kısa bir yolculukla ulaşmak mümkündür. Türkiz Kemer Marina, Doğu Akdeniz ülkelerini ziyaret etmek için mükemmel bir çıkış noktası özelliği taşımaktadır.

PORT BODRUM - YALIKAVAK


Ege'nin en güney ucunda ki Yalıkavak :

Yel değirmenleri, doyumsuz renkleriyle gün batımları, begonvilleri, pembe - beyaz zakkumları, yaz sıcağında insanın yüreğini ferahlatan meltem rüzgarları ve bozulmamış doğasıyla, Yarımadamızın nadide beldelerinden…

Port Bodrum Yalıkavak Marina +, bu cennet koyda sizlere sunmakta olduğu yüksek standartları, geniş ve huzurlu yeşil alanları, iklime özgü mimarisiyle, sizi, kendi bahçenizde gezinirmişçesine rahat ettiren bir marina olarak yanınızda.

Hurma ağaçlarının altında gün boyu güneşin tadını çıkardıktan sonra yüzebildiğiniz, ender Mavi Bayraklı Marinalardan. Sualtı yaşamını iyi korumamız nedeniyle, balıklarla oynaşabileceğiniz bir mavilik…Yelken meraklıları için yıl boyu uygun esintileri ile özgün bir parkur. Sualtı sevdalıları için çevre koylar ve ıssız adacıkların sonsuz maviliklerinde rüya gibi dalış alanları.

Doğa sporu tutkunları için; ister marinamız içinde, isterseniz dışında kaya tırmanışı veya dağ bisikleti parkurları.Tekneniz için huzurlu bir liman ve Yarımadamızın en donanımlı teknik olanaklarına sahip bir çekek alanı.Dağ ve deniz manzaralı amfi tiyatromuz ise, yaz mevsiminin sıcak ve renkli günlerinde müzik, dans, sergi ve konserler mekanı olarak yanı başınızda.

Türkiye'de gururla gerçekleştirdiğimiz bir ilk:

2007'de dördüncüsünü gerçekleştireceğimiz 2. El Yat Fuarı sektörün beklediği ve faydalandığı etkinliklerimizden.Port Bodrum Yalıkavak Marina +, kısacası "bir yaşam biçimi".....

8 Ağustos 2007 Çarşamba

PİST HARİTASI


KAYAK MERKEZİ


Sarıkamış Kayak Merkezi Sarıkamış İlçesinin içerisinde Çamurlu dağdadır. Çamlar arasındaki Sarıkamış kayak merkezi kar kalitesi ile de ünlenmiştir. İlçe merkezinin güneydoğusunda Cıbıltepe (2200-2634 m), batısında Süphan Dağı (2200-2900 m), doğusunda ise Ağbaba (2200-2810 m) kayak alanları yer almaktadır.

Sarıkamış Kayak Merkezinde çamlar arasında toplam 12 kilometreyi bulan 5 etaplı piste sahip 2500 rakımlı Cıbıltepe'nin muhteşem bir doğal güzelliğe sahiptir. Sarıkamış Cıbıltepe'nin kristal karla kaplı doğası Sarıkamış Kayak Merkezini kayakçılar açısından cazip hale getiriyor.

Kar kalitesi ve kayak pisti açısından dünyanın en uygun tesislerinden biri olma özelliğini taşıyan Sarıkamış Kayak Merkezinin en önemli pistleri Cıbıltepe-Balıklıdağ-Çamurludağ’da 2200-2900 metre yükseklik gösteren bir plato üzerinde yer almaktadır.

Sarıkamış Kayak Merkezinde 1.435 metre uzunluğunda ve 1.800 kişi/saat kapasiteli birinci etap mekanik tesis (telesiyej) ile 2.250 metre uzunluğunda ve 800 kişi/saat kapasiteli ikinci etap mekanik tesis (telesiyej) mevcuttur. Sarıkamış Kayak Merkezinde toplam 7 adet pist hizmet vermektedir. Sarıkamış Kayak Merkezinde en uzun pist 3500 m. olup Sarıkamış Kayak Merkezi yaklaşık 5000 kayakçı/gün büyüklüğünde bir kapasiteye sahiptir.

Dünyanın en uzun kayak pistlerinden birine sahip olan Sarıkamış Kayak Merkezi Kars havaalanına 50 km. uzaklıktadır. İstanbul'dan uçak ile yola çıktığınızda en geç 2 saat sonra ayaklarınıza kayaklarınızı geçirip dünyanın en güzel pistlerinden birinde kayağa başlayabilirsiniz.

Sarıkamış Kayak Merkezinin önemli özellikleri arasında bölgeye yağan karın cinsi ve doğal güzellikleri geliyor. Kayak sporu için oldukça elverişli olan kristal kar Sarıkamış'ta da bulunuyor. Sezon boyunca yağdığı günkü özelliğini kaybetmeyen karda kayak yapmak da kayakçılara oldukça keyif veriyor. Sarıkamış kayak merkezinde kayak pistlerinde çığ tehlikesi yok ve pistler sarı çam ormanlarıyla çevrili olduğundan Sarıkamış Kayak Merkezinde pistler rüzgara karşı da korunaklı. Sarıkamış Kayak Merkezinde Çamkar Otelin yanından başlayan Sarıçam Kayak Tesisleri saatte 2400 kişi kapasiteli, bilgisayar donanımlı telesiyej sistemi ile Türkiye'nin en büyük kayak tesislerinden biri. Sarıkamış Kayak Merkezinde 2700 m yüksekliğindeki Cıbıltepe'de tüm kayakseverler için uygun zorluk derecelerinde 5 pistin bulunduğu 2 etap yer alıyor. Birinci etap 2400 m uzunluğunda ve yeni başlayanlar için ideal bir eğime sahip. 2200 m uzunluğa sahip ikinci etapta ise 4 pist bulunmakta.Sarıçam ormanlarıyla kaplı pistte 7 km. kayak yapma şansınız var.

Normal koşullarda yılda ortalama olarak 4 ay boyunca yaklaşık 1 mt. karla kaplı olan Sarıkamış Kayak Merkezinde Aralık ayından Nisan ortalarına kadar kayak yapılabilmektedir. Sarıkamış Kayak Merkezi ve çevresinde Alp Disiplini, Kuzey Disiplini kayak yapılabildiği gibi Tur kayağı ve kızaklı geziler için mükemmel parkurlar bulunmaktadır.

SARIKAMIŞ


Kars ile ilgili bilgileri yazarken Sarıkamış'ı atlamısım, kayak tutkunu arkadasım Metin duruma müdahale etti:)
Bende hemen sarikamis.org dan bilgileri topladım...

Sarıkamış Doğu Anadolu Bölgesinde yer almakta olup 2634 m yüksekliğindeki Kars'a 55 km. uzaklıktadır.
Sarıkamış doğusunda Selim ve Kağızman, batısında Şenkaya ve Horasan, güneyinde Horasan ve Eleşkirt, kuzeyinde ise Selim ve Şenkaya İlçe sınırları ile çevrili, ortalama yüksekliği 1500-2000 metre olan yüksek bir plato durumundadır.

Sarıkamış’ın en yüksek dağı 3138 metre rakımlı Aladağ’ dır. Aladağ’ ı 2909 metre rakımlı Süphan Dağı, 2835 metre rakımlı Balıklı Dağı, 2599 metre rakımlı Kösedağı, 2634 metre rakımlı Çıplakdağ ve 2849 metre rakımlı Soğanlı Dağı takip etmektedir.Sarıkamış’ın başlıca akarsuları Aras Nehri, Kars Çayı, Zivin ve Keklik Dereleri’dir. Sarıkamış’da akarsuların akışlarının düzensizliği ve derin vadileri takip etmelerinden dolayı sulamada fazla kullanılmamaktadır.

Sarıkamış Kayak Merkezi, Micingirt Kalesi, Kızlar Kalesi, Yedi Kilise (Yenigazi) Kalesi, Zivin Kalesi, Köroğlu Kalesi, Zek (Sırataşlar) Köyü Kalesi ve Katerina Köşkü Sarıkamış’ın belli başlı tarihi ve turistik yerleridir.

5 Ağustos 2007 Pazar

"Edessa Güzeli"


Genç kız figürü, Şanlıurfa'nın orta yerinde, her gün yüzlerce insanın üzerinden geçtiği açıkhavada fuar alanının altında bulundu. Efsanevi balıklarıyla halk arasında kutsal sayılan Balıklıgöl'ün birkaç yüz metre uzağında...

Toprak yığınını eşeledikçe karşımızda duran insan yüzü giderek belirginleşiyor. Küçük renkli taş parçalarından (tessera) yapılmış yüzün, bir genç kız maskı olduğunu fark etmemiz uzun sürmüyor. Bu güzel ve sevimli kızın yüzü iki aydır sürdürdüğümüz kazılarda bir ödül gibi...
Ama daha da anlamlı olan, şubat ayının dondurucu soğuğunda sabahın erken saatlerinden beri orada çalışan arkeolog arkadaşımızın yaşadıkları...
O gün, 14 şubat Sevgililer Günü ve yaklaşık 1700 yıl önce yaşamış bir mozaik sanatçısının hünerli ellerinin yarattığı bu sevimli yüz, ona uzaktaki sevgilisini hatırlatıyor.
Bu genç kız figürü, Şanlıurfa’nın orta yerinde, her gün yüzlerce insanın üzerinden geçtiği açıkhava fuar alanının altında bulundu. Efsanevi balıklarıyla halk arasında kutsal sayılan Balıklıgöl’ün birkaç yüz metre uzağında yürütülen Kentsel Dönüşüm Projesi’nin altyapı çalışmaları sırasında mozaik parçalarına rastlanmış ve altyapı çalışması durdurularak Şanlıurfa Müze Müdürlüğü tarafından kurtarma kazılarına başlanmıştı. İki metre derinlikte ortaya çıkan mozaik ince işçiliği, renkleri ve içinde yer alan muhteşem figürleri ile arkeoloji dünyasında eşine nadir rastlanan bir buluntuydu.
Yerel gazeteci Yusuf Sabri Dişli, o soğuk şubat gününde ortaya çıkarılan sevimli genç kız maskını, İÖ 334’te Seleukoslar’ın burada kurduğu Antik Edessa kentinden esinlenerek "Edessa Güzeli" olarak adlandırmış, kazı alanı adeta ziyaretçi akınına uğramıştı.
Şubat sonuna gelindiğinde bordüründe Edessa Güzeli’nin bulunduğu mozaiğin 5,70x7,50 metrelik bölümü açılmıştı. Arkeologlar bu sanat eserinin, bölgenin Roma’ya bağlı olduğu 3 ila 5. yüzyıllar arasında yapıldığını tahmin ediyor. ilk dönemi Mart ayında tamamlanan Haleplibahçe kurtarma kazısında Edessa Güzeli’nin yer aldığı mozaikle birlikte iki taban mozaiği daha yüzlerce yıl sonra günışığı ile buluştu. Bahar aylarında ikinci dönemi başlayan kazılar ilerledikçe, mozaiklerin antik dönemde tahrip edilmiş olma ihtimali belirdi.
Şanlıurfa Müzesi Müdürü Arkeolog Nurten Aydemir, "Edessa Güzeli’nin bulunduğu mozaikteki figürlerin bazı bölümleri tamamen dağılmıştı" diyor. Ama asıl heyecan verici olan Grek ve Roma sanatında kabartma, heykel ve lahitler üzerinde savaşırken gösterilen Amazonların, bu mozaikte avlanırken betimlenmesiydi. Bu arkeolojik buluntuyu önemli kılan başka bir özellik daha vardı:
Dört Amazon kraliçesinin üçü Grekçe adlarıyla birarada gösteriliyordu.
Arkeolog Hasan Karabulut, "Araştırmalarımıza göre, daha önce bilinen, dört Amazon kraliçesinin avlanırken adlarıyla birlikte gösterildiği bir mozaik yok" diyor. Ortaya çıkarılan üç mozaik farklı içeriklere sahip: Amazonlar mozaiği, geometrik desenli mozaik ve ördekli mozaik...
Amazonlar mozaiğinde, bordürün üst köşesindeki genç kız maskı bir uzun ve bir kısa kenarındaki figürleri birbirine bağlıyor. Amazonlardan ikisi ayakta ikisi at üzerinde betimlenmiş. Ayaktaki Amazonlardan birisinin yanındaki yazı, onun kraliçe Hippolite olduğuna işaret ediyor.
Sol elinde hilâl şeklindeki kalkanını tutan Hippolite sağ elindeki kılıcını bir leoparın boynuna saplamış.

Yazı: Nedim Dervişoğlu ve Seçil Çokoğullu
Fotoğraflar: Saner şen

2 Ağustos 2007 Perşembe

Limon Bahçelerinde bir Antik Kent


Anadolu'nun en iyi korunmuş nekropolü, limon bahçesindeki antik kent Elaiussa Sebaste.
Mis kokulu limon bahçelerinde dolaşıp Akdeniz'in doğal yemle beslenmiş leziz balıklarının tadına bakarak gözlerden uzak kalmış denize aşık bir antik kent.
Mersin'in doğu tarafında şelalesi, Eshab-ı Kehf mağarası, Kleopatra kapısı, müze, kilise ve camileriyle ünlü Tarsus'u şimdilik bir kenara bırakalım ve batı tarafına bir bakalım. Mersin kent çıkışından 12 km sonra Viranşehir (Pompeiopolis) bulunuyor.
Şehir, Rodoslu kolonistler tarafından M.Ö. 7. yüzyılda kurulmuş ve şehire güneş anlamına gelen Soloi adı verilmiş. Grek ve Pers dönemini yaşadıktan sonra Makedonya kralı Büyük İskender tarafından M.Ö. 333 yılında alınmış.
M.Ö. 64'te burada faaliyet gösteren korsanlar, Romalı general Pompeius tarafından bozguna uğratılmış. Sonrasında general şehre kendi adını vermiş ve Soloi, Pompeipolis adını almış. M.S. 527 yılındaki depremle şehir tamamen yıkılmış. Sadece sütunlu caddenin bir kısmı ve liman kalmış. Höyük bugünkü askeri bölge içinde yer alırken, liman ve hamam kalıntılarından günümüze birşey kalmamış.
Geziye Anamur'a doğru devam edildiğinde; yol üzerinde Lamos, Tırtar Akkale, Kanlıdivane'deki (Neopolis) Bizans kiliseleri, Korikos'taki tapınak, tiyatro, saray, sarnıç, su kemeri, kale ve Korikos'u korumak için XIV'ncü yüzyılda yapılan 250 m cephe uzunluğa sahip Kız Kalesi görülüyor. 8x14 boyutlarındaki sütunlara sahip Korint nizamındaki Jüpiter tapınağı ile ilgi çeken Uzuncaburç (Olba) ile Mersin'in 83 km güneybatısında yer alan Silifke kalesi, Mersin'e 147 km uzaklıktaki Çukurova'nın batı kapısı Mut kalesi, Mavga kalesi, Mersin'e 252 km uzaklıkta bulunan Anamuryum ve Mamuriye kalesi ile Anamur'un 20 km doğusundaki Softa kalesi, gezilebilecek diğer kaleler.
Mut'ta bulunan görkemli yapı Alahan manastırı, Kız kalesi karşısından ulaşılan Adam kayalar, Silifke yakınlarındaki Kilikya Aphrodisias'ı, Ayetekla manastırı ve Silifke müzesi ise gezilmesi gereken diğer önemli tarihi kalıntılar. Ayaş'a 12 km uzaklıktaki Öküzlü, 11 km uzaktaki İmirzile ve 7 km uzaktaki Çatıören gibi antik kentler, hamam, tiyatro, duvar ve kaya kabartmaları ile hayranlık uyandırıyor.
Bu geziler sonrasında hem tertemiz ve ılık Akdeniz havasında yürüyüş yapmanın, hem de keyifli bir güzergâhta otomobil kullanmanın zevkini yaşıyorsunuz. Bu bölgede mevsime en uygun ortamda kalabalıktan uzak, sıkılmadan kafa dinleyeceğiniz yerler bu kadar değil!
Mersin müzesi ile Atatürk'ün yöreye yaptığı ziyaretler sırasında konakladığı, bugün müze-ev olarak düzenlenen Mersin ve Silifke'deki evleri de gezme imkanınız bulunuyor. Erdemli-Ayaş yakınlarında Türkiye'nin en uzun ikinci gezi galerisine sahip Dilek mağarası, yanıbaşında da cennet ve cehennem mağaraları var.
Dibinde su ve kilise bulunan, mide kaslarını güçlendiren, yüzlerce basamakla inilen Cennet ve tepeden bakılan Cehennem isimli mağaraları ve Narlıkuyu'da yer alan "Üç güzeller", taban mozaiğinin bulunduğu müzeye giriyoruz. Pojmenios'un sarayının hamam bölümü tabanına işlenmiş olan mozaik Zeus'un kızları yarı tanrıça Aglaia, Thalia ve Euphrosyne'yi simgeliyor.
Üç güzellerin yanındaki yazıtta, hamamın mucizeli suyunu kralların dostu Poimenios'un keşfettiği anlatılıyor. Kompleks M.S. 4. yüzyılda tarihlenmiş.
Ve Ayaş'taki antik kent Elaiussa Sebaste.
Ulaşımı çok kolay olan kent, Antalya-Mersin karayolunun iki yanında yer alıyor. Sahil yolundan 500 m içeri girerek tırmananlar araçlarından hiç inmeden, köy camisi karşısından saparak Anadolu'nun en iyi korunmuş nekropolünü gezebiliyorlar.
Nekropolün Akdeniz ve Samandağ siluetli manzarasına sahip anıt mezarları, mezar odaları, cepheleri çeşitli figürlerle süslü kapakları ve henüz tahrip edilmemiş lahitleri görülesi güzellikteler. Bugünkü Ayaş kasabasının olduğu yerde, antik dönemin Kilikya Tracheia (dağlık Kilikya) bölgesinde bulunan Elaiussa Sebaste kenti, geç Hellenistik dönemde (M.S. II-I. yüzyıl) kurulmuş.
İmparatorluk ve erken Hıristiyanlık dönemlerinde de en parlak günlerini yaşamış. İlk yerleşme alanı, dağlık burun kesimi olmuş. M.S. II. ve III'ncü yüzyıllarda iç bölgelerdeki mahalleler yeniden düzenlenerek, tiyatro, agora ve büyük hamamlar inşa edilmiş.
Anakaraya bağlantısı olan ve "Ada" olarak tanımlanan bölgede tüm limanların denetimi sağlanırken, kentin çevresi surla çevrilmiş. 1999 yılındaki kazı çalışmalarıyla sur arkasında mozaikli tabanıyla bir hamam ortaya çıkarılmış.
Tiyatro, Agora, Büyük hamam, beden eğitimi salonu, Bizans kilise kalıntısı, tapınak, limon bahçelerinin arasındaki karma hamam kompleksi ve su kemerleri, kentin ilgi gören yerleri. Ayrıca Roma nekropollerinden olan mezarlık alanı içinde çeşitli formlardaki anıtlar, ev ya da tapınak biçimli aile mezarları, basit ve kaideli lahitler, niş biçimli oygu mezarlar da görülebiliyor.

Geniş bilgi için çevre tepelere yayılmış diğer eserleri gezmek isterseniz, mitolojik şiir ve öykü kitapları, belgesel çalışmaları ile tanınan emekli öğretmen Mustafa Sağlam ile bağlantı kurabilir ve rehberlik hizmeti alabilirsiniz. Tel: (0-532) 696 86 68.
sihirlitur.com

1 Ağustos 2007 Çarşamba

HASANKEYF


Hasankeyf'in Tarihi:

Hasankeyf’in Türk–İslam tarihi ve medeniyeti açısından önemli bir yeri vardır.

Hısnkeyfa olan bu şehrin adı “Kayahisarı” şeklinde tercüme edilir. Eski tarih ve kavimlerden bu tür kelimelerin anlamı “korunmaya musait” yer anlamına geldiği belirtilmektedir. Kalenin yekpare taştan olmasından dolayı çeşitli dillerdeki Hasankeyf ifadesi “Taş Kalesi” manasına gelmektedir.

Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu, şimdiye kadar karanlıkta kalmış, eldeki bilgi ve verilerin yeterli olmaması nedeniyle kuruluşu hakkındaki görüşler , bir ihtimal olmaktan öteye gitmemiştir. Şehrin jeopolitik yapısı, önemi ve mesken olarak kullanılan çok sayıdaki mağaraların, Hasankeyf’in çok eski bir yerleşim merkezi olduğunu gösterir. Hasankeyf tarihi antik döneme kadar dayanmaktadır.

Hasankeyf; Diyarbakır ve Cizre şehirleri arasında önemli bir kara ve su yolu güzergahında olup, savaşların olmaması ve ticaret yollarının burdan geçmesi bir yerde Hasankeyf’i kültürleri kavşak noktası haline getirmiştir. İran ve iç asya kültürleri , doğu Akdeniz, Mezopotamya, Roma ve Bizans kültürlerini barındığından, Romalılar, İran sınırını denetim altında tutabilmek için Hasankeyf’e kale inşa edilmiştir. Miladi üçüncü asırda İranlılar Mezopotamya yı ele geçirince Roma imparatoru Diyokletion harekete geçerek, bütün Mezopotamya ve Dicle nehrinin doğusundaki yerleri aldı. M.S. 633 yılında Hasankeyf’in Bizanslıların denetiminde olduğu ve 451 yılında Bizanslıların yaptırdıkları kale ve korunma amaçlı yapıtları ile şehrin denetimine müslümanlar tarafından feth edilene kadar sahip olmuşlardır. Hicri 17. yılda Hasankeyf islam orduları tarafından ele geçirilmiştir.

Antik kent, sırası ile Emeviler ve Abbasiler döneminden sonra, Hamdaniler (906-990), Mervanıler (990-1096) denetiminde kalmış, daha sonra Artukoğulları eline geçmiştir. Artuklular, Türkmen sülalesinden olup, Hasankeyf’e en parlak dönemini yaşatmışlardır. Artukoğulları Hasankeyf ile beraber Diyarbakır, Mardin ve Harput’ta hüküm sürmüşlerdir. Selçuklu sultanı Alparslan ve Melikşah gibi değerli devlet adamlarının, ileri gelen komutanlarından Artuk, 1071 Malazgirt savaşından sonra bölgeyi Selçukluların hakimiyetine katarak Selçuklulara önemli bir katkıda bulunmuştur.

Artukoğlu Sökmen 1101 yılında Hasankeyf’i ele geçirip burada önemli tarihi eserler yaptırmıştır. Böylece Devlet İdaresinde yeniden bir yapılanmaya gidilmiştir. Göçebelik hayatından yerleşik sisteme geçilmiştir. Yönetimin halk kitlelerine dayanması, Artuklulara bağlı bölgelerde yarı müstakil bir hükümranlık anlayışı ile divanlar oluşturulmuştur. Haçlı akımlarına rağmen ilim, sanat ve kültürel sahada büyük çalışmalar gösterilmiştir. Darphaneler kurulup, devletin iktisadi yapısı hep canlı tutulmuştur. İlime ve ilim adamlarına büyük önem verilmiş, hasankeyf şehir kalesine su getirilerek önemli bir teknik deha yaratılmıştır. Mekanik alanda kitaplar yazılmış, makinalar, pompalar, fiskiyeler, su terazileri ve müsiki aletleri yapılmıştır.

1232 yılında Eyübi Sultanı El-Kamil El-Malik tarafından Hasankeyf ele geçirilmiştir. Ortaçağın ve şarkın en kuvvetli devletlerinden olan Eyyübiler Mısır, Süriye ve Yemende hüküm sürmüşlerdir. Böylece Eyyübi hükümdarlarının şehri ele geçirmeleri ile birlikte 130 senelik Artukoğulları dönemi sona ermiştir.

Selahaddini Eyyübiden sonra Eyyübiler bir çok emirliklere ayrılmış olup, Hasankeyf Eyyübi hükümranlığı da bunlardan biridir. Eyyübiler çok önemli eserler yaptırmış, ilim, sanat ve kültürel alanda miraslar bırakmışlardır. Özellikle mimari sahada faaliyet gösteren Hasankeyf Eyyübileri tarihteki yerlerini almışlardır. Moğol istilasından Hasankeyf’te nasibini almış,Moğollar burayı ele geçirilerek yağma ve tahrip etmişlerdir.

Eyyübilerden sonra Hasankeyf’e Akkoyunlular hakim olup, 15. y.y başına kadar hüküm sürmüşlerdir. 1473 yılında uzun hasan ve Fatih Sultan Mehmet arasında yapılan otlukbeli savaşında uzun hasan’ın oğlu zeynel bey şehit olmuş ve Hasankeyf’te dicle nehri kenarında gömülmüştür.

Akkoyunlulardan sonra Hasankeyf İran Sefavilerin hakimiyetine geçmiştir. 1515 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in doğu seferi ile birlikte Hasankeyf Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Bu dönemde Hasankeyf çevredeki aşiretleri idare eden merkezi bir hanedanlık konumunda olup, buna paralel olarak iktisadi ve ticari yapıda büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde şehir nüfusunun 10.000. civarında olması ise Hasankeyf’in büyük bir yerleşim merkezi olduğu gösterir.

Erken ortaçağ tarihi ve yapıtlarından anlaşıldığı üzere Hasankeyf’te kültür uygarlıkların kaynaştığı, yerleşik halkın, 7000. civarındaki yazları serin kışları sıcak olan ve ortaçağ şartlarında çok modern ev olan mağaralarda hayatlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır.

http://www.hasankeyf.gov.tr/

HASANKEYF KALESİ


Kalenin iskan yeri olarak kullanılması, milattan önceki binlerce yıla dayandığı söylenebilir. Bu konuda kesin bir tarih tespit edecek hiçbir bilgi ve bulguya sahip değiliz. Kale haline dönüştürülmesi M.S. 363 yılında olmuştur. Bu tarihte Bizanslılar; Sasanilere karşı Hasankeyf’e bir kale yapmış ve sınırlarını koruma altına almıştır.

Kale bütünü ile tabii kayalardan oluşmuştur. Biri doğuda biri batıda olmak üzere iki merdivenli yol ile buraya ulaşılmaktadır. Doğudaki yol hayli geniş, moloz taşlarla döşenmiş ve aralıklarla yapılan kapılarla tutulmuştur. Hatta Artuklular döneminde bu yolun üzerinde yedi tane kapının yer aldığı tarihler de geçmektedir.
Kalenin kuzeyinde kayalara oyulmuş, tamamen gizli ama şimdi tabii yıkılmalar sonucu kısmen ortaya çıkmış iki merdivenli yol bulunmaktadır. Normal yollarla kaleye su çıkarılamadığı dönemlerde kale sakinleri bu merdivenli yollarla Dicle'den su ihtiyaçlarını karşılamışlardır.

Bu merdivenlerdeki tabii yıkılmalara bakılırsa antik dönemlere ait olabileceği ihtimali akla geliyor.
Kaleden daha yüksek mevkilerde yer alan membalardan zaman zaman yerlere toprak künkler yerleştirilerek; zaman zaman da kayalar oyularak su, kaleye ulaştırılmıştır.
Kalenin dikkat çeken bir özelliği de; buraya gerek Eyyubiler, gerekse Artuklular döneminde kaynak suyu çıkarılmış olmasıdır.
Uzundere Köyü'ne gidilirken kalenin bir km. ilerisinde yolun sağındaki kayalarda oyulan su yollarının izleri açık bir şekilde görülmektedir. Yıkılmayan yerler incelendiğinde; kayalardaki bu su yollarının tamamen gizli olduğu anlaşılmaktadır. Sular cazibe ile kalenin kuzeyinde yer alan büyük havuza (depoya); oradan da açılan kanallarla kalenin her tarafına ulaştırılmıştır.

Artuklular döneminde hangi hükümdarın kaleye su çıkardığını bilemiyoruz. Buna karşılık Eyyubilerden Küçük Sarayı yapan Muciruddin Muhammed'in 1328 yılında kaleye su çıkardığını kaynaklardan öğreniyoruz. Hatta kalede bu tarihten sonra ağaçların ve ekinlerin ekildiğinden bahsedilmektedir.

Kaledeki Ulu Cami güneyinde, 100 metre ilerde hamama benzeyen yapılar mevcuttur. Bu da kaleye bol miktarda suyun çıktığını göstermektedir. Hamamın bu günkü halinden daha sonraları kumaş dokuma atölyelerine dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Kalede yapılacak bir araştırmada, buna benzer bir çok kumaş dokuma atölyesi olduğu görülecektir.

Ulu Cami güneyinde geniş bir meydan vardır. Meydanın doğusu Büyük Saray kalıntılarına kadar mezarlığa dönüştürülmüştür. Kaynaklardan bu mezarlıkların yerinde, kale kapısına bakan noktada Eyyubiler döneminde bir büyükçe Eyvan yapıldığı anlaşılıyor. Gerçekte bu mevkide büyük taşlarla yapılmış duvar kalıntılarına rastlanmaktadır. Kale, tabii kayalardan oluşmasına rağmen, her tarafında burç izine rastlanmaktadır. Şüphesiz bunların amacı, kaleyi düşman saldırılarından korumak değildir. Herhalde kale sakinlerini düşme tehlikesinden korumak için bu burçlar yapılmıştır.

Tarihlerde buranın silah zoru ile ele geçtiği yazılmıyor. Yalnız; Moğollar döneminde şehir gibi, kale de harap edilmiştir. Kuzeyi Dicle ile çevrili kalenin, diğer taraflarında derin yarıklar vardır. Kuzeyden geniş olan kale, güneye gittikçe daralmaktadır.

Kaledeki evlerin çoğu, oyulmuş mağaralardan oluşuyor. Genellikle bir-iki odadan ibarettir. Bir kaç odadan ibaret geniş olanları da vardır. Büyük Saraya doğru giderken sağda bulunan Cami'u-l Harap'ta, sonradan oraya konduğu anlaşılan bir kitabe parçası vardır. Kısmen aşındığı için okunmuyor.
http://www.hasankeyf.gen.tr/Tarihi_Eserler.html